Siz hiçbir yerinizi kestiniz mi? Öyle kazara falan değil; bilerek ve isteyerek, belki çok da acıtmayan küçücük bir kesik açtınız mı bedeninizde. Ya da sadece böyle bir şey yapmayı içinizden geçirdiniz mi? Bedenini kesmek bir tür akıl hastalığıdır, sapkınlıktır dediğinizi duyar gibiyim, peki kesikleri geçeyim, ya dövme veya piercing? Birden fazla kulak deldirme işlemi? Siz değilseniz bile çok yakınlarınızda olan birileri mutlaka yapmış, yaptırmıştır. Modern toplum her ne kadar düzgün, estetik, hijyenik ve kusursuz bedenlere, hayatlara tapsa da arada perdeyi yırtanlar, sınırları zorlayanlar hep olur. Hem, içinde yaşadığımız bu ritüellerden yoksun, kendini mitlere kapamış, düşlerin ve gerçekötesinin suçlandığı bu çağda, her şeye rağmen huzursuzluğu, kaybetmeyi, acıyı, tutunamamayı simgeleyen bir şeyler olmalı. İşte David Le Breton, yaranın ve acının tezahürlerini buradan hareketle deşmeye başlamış. Çağımızda sanıldığından da çok kişinin bedeninin bir yerlerini değiştirmesi, yaralaması gerçeği de yazarın yolunu aydınlatmış.
David Le Breton, bir antropolog. Biz onu “Yürümeye Övgü” ve “Acının Antropolojisi” adlı çalışmalarından tanıyoruz. “Ten ve İz” ise elimizdeki son ilgi çekici çalışması. İsmail Yerguz gibi usta bir çevirmen tarafından Türkçeleşen bu çalışmasında Breton akıl hastası olmadığı halde insanların neden bedenleriyle uğraştıkları üzerine odaklanmış. Oldukça ilgi çekici sonuçlara varmış. Buna göre vücudunu kesmek, intihara değil yaşama eğilimli olmak anlamına geliyor. Burada Breton’un altını çizerek koyduğu sınır elbette kişinin kendini sakatlamaya kadar gitmemesi.
Bedenim savaş alanımdır!
Acı çeken sıradan bireyin, acısını ve bedeni üzerinden ruhunu, kimliğini sahiplenmek, hayata ve insanlara ‘görün beni’ demek için yaptığı bir eylem kendini yaralamak. Bu, ıstıraba karşı bir mücadele biçimi aslında. Ancak mücadele sadece şahsi ıstırapla ilgili değil. Breton’a göre bir birey bedeninde kesikler açıyor, dövme, piercing, halkalama gibi işlemler yapıyorsa topluma karşı da bir mücadele içine girmiş demektir. Beden kimliğin savaş alanı haline geldiğinde, toplum da bireyin savaş alanına dönüşecektir ister istemez.
“Bedeni tahrip etmek türün bedenine bir saldırıdır. İnsani biçimleri bozar ve böylece sıkıntı ve isyan doğurur.(…) Bedenine zarar veren biri bir tür ayrılıkçıdır. Bedenin (dolayısıyla benliğin) imajına saldırmak, kendine bilinçli olarak acı vermek toplumun gözünde çok vahim iki itaatsizlik, birey için de yaşam koşullarına karşı çıkmanın iki biçimidir. Birey bedeninin sınırlarını yok ederken kendi sınırlarını da altüst eder ve aynı zamanda toplumun sınırlarına da saldırır çünkü beden toplumsal olarak düşünmenin bir simgesidir.”
Burada en ilgi çekici olan konu başta da söylediğim gibi, sanılanın aksine bedeninde yara açma eğilimi taşıyan bireylerin şaşırtıcı çokluğu. Dolayısıyla Breton’un inceleme alanı başta dar gibi görünse de derinlikli genel toplumsal çıkarımlar için oldukça müsait. Yazar “Ten ve İz” ile alçakgönüllü bir modern toplum arkeolojisine girişmiş. Küçük bir kesikten yola çıkarak bireyin topluma ayak uydurma sürecini, acı ve mutlulukla baş edebilmesini; hem benlik bilincini geliştirip hem de toplumsal kimlik oluşturmasını bekleyen, vermeden almak isteyen bir kültürde ayakta var olmaya çalışma çabasını gözler önüne sermiş.
Breton, acı, ıstırap ve tutunamama noktasında sanatı ve edebiyatı da unutmamış. Elfriede Jelinek’ten Sylvia Plath’e, Kafka’dan Ballard’a, acının, toplumun insana verdiği türlü çeşit ıstırabın edebiyattaki izdüşümleri üzerinde hassasiyetle yürütüyor bizleri. “Ten ve İz”i acıya dayanıksız olanlara ve kan görmeye dayanamayanlara özellikle tavsiye ederim.
Yeni yorum gönder