Aptülkadir Elçioğlu… Bu ismi söylemem birçoğumuz için bir anlam ifade etmeyecektir belki, ancak Aptülika desem… İşte o zaman her şey değişir… Zira Türkiye’nin mizah kültürü içinde bir mihenk taşıdır bu nev-i şahsına münhasır isim. Gırgır dergisinde çizmeye başladığı “Grup Perişan” ile hayatımıza girdiğinde yıl 1987’diydi. Başlı başına muhalif bir kültür demek olan mizahın içinde daha da farklı, daha da ayrıksı bir duruşu vardı, ama hayatımızın tam da ortasına dalmakta ustaydı. Daha doğrusu Aptülika’nın kendini, kendi gönlünü bize açarak çizmesi, bizim onun hayatına dalıyormuş gibi hissetmemizi sağlamıştı sanki. Bunda bantlardan yayılan keskin elektrogitar sesinin de önemli bir katkısı olduğunu söylemeliyim tabii. Gırgır’ın ardından Hıbır geldi. Kurucularından biri olduğu bu derginin 11 sene sonra kapanmasının ardından Grup Perişan da hayatımızdan çıkıp gitti. Aptülika bu yıllardan itibaren kaleminin ucunu daha da sivrilterek politik karikatür üzerine yoğunlaşmaya başlamıştı. Bu defa kuruluşuna katkıda bulunduğu dergi Cumhuriyet’in mizah eki olan Dinozor’du. Bilenler biliyorlar, o şimdi Cumhuriyet’in Cumartesi ekinde çiziyor, her pazartesi gecesi Rock FM’de nefis programlar hazırlıyor, perşembeleri Baraka’da Blues Perişan gecelerinde dj’lik yapıyor ve Kuzguncuk’ta yaşıyor.
Aptülika’nın Kuzguncuk’ta yaşaması önemli zira Ahmet Ümit’in Başkomser Nevzat maceralarından biri olan “Davulcu Davut’u Kim Öldürdü?”nün başkahramanı Kuzguncuk. Ve kitabın çizeri de Aptülika… Hal böyle olunca insanın önce bir solukta okuyup bitirdiği, sonrasında da bazı ayrıntılara tekrar tekrar dönüp bakmak istediği bir çalışma çıkmış ortaya. Hikaye bir yana, sanki orada yaşadığını açık edercesine, biz hayranlarına da yıllardır yaptığı gibi, Kuzguncuk’un da ruhuna dokunmayı başarmış bu usta çizer.
Tabii, hikaye bir yana sözü, sözün gelişi. Başta da dediğim gibi “Davulcu Davut’u Kim Öldürdü?” bir başkomser Nevzat macerası. Polisiye seven okurların yakından tanıdığı, daha önce dizi filmlere kahraman, İsmail Gülgeç’in de çizgilerine mazhar olmuş bu ünlü kahraman bu defa kozmopolitliğiyle öne çıkan sakin bir Boğaz semtinde işlenen cinayeti çözmek üzere harekete geçiyor. Bir ramazan vakti, semtin davulcusu Davut kanlar içinde Kuzguncuk’un Ayios Panteleymon Kilisesi’nin önünde bulunuyor. İlk akla gelen elbette çok uzun yıllardır gül gibi geçinip giden Müslüman ve Hıristiyan halkın arasını açmak için ortaya konmuş bir nifak tohumu olabileceği. Kendisi de köklü bir İstanbullu olan Nevzat, bu senaryonun üzerinde durmayacak kadar deneyimli. Bunun dini-milli bir dava olamayacağının, muhtemelen vaka-i adiyeden olduğunun farkında, ancak bir davulcu neden öldürülür ki, hele ki bir ramazan vakti? İpuçlarının peşinden zarifçe yürüyor Nevzat hep olduğu gibi; kriminolog Zeynep’in bilimsel tespitlerinden yararlanıyor, yardımcısı Ali’yi sakinleştirerek olaya odaklanmasını sağlıyor ve elbette karşısına çıkan insanları büyük bir dikkatle dinliyor, her hareketlerini gözlemliyor. Davulcu Davut’u Kuzguncuk’un entelektüel sakinlerinden bir ressam mı öldürdü yoksa gücüne hakim olamayan yarım akıllı bir Çingene çocuğu mu? Peki her ramazan davul çalma işinde büyük paraların döndüğünü bilip bunun peşine düşen küçük mahalle çetelerinin bu cinayette parmağının olma olasılığı nedir? Aslına bakarsanız Ahmet Ümit, bir polisiye yazarı olarak ‘katil kim’ sorusunu hikayelerinin sonuna kadar saklamayı beceremeyen, bazen ortalara doğru hatta bazen her şeyin en başında açık eden bir yazar. Ancak katilin kim olduğunu tahmin etmek iyi polisiye okurunu durduran bir unsur da değildir. Davulcu Davut’u kimin öldürdüğünü, hatta ne sebeple öldürmüş olduğunu bile çok başlarda tahmin etmeye başlıyoruz, fakat hikayenin akıcılığı ve Aptülika’nın nefis çizimleri sayesinde hevesimiz kaçmıyor. Hikaye boyunca İstanbul’un eski semt kültürünün vurgulanışı, suçun psikolojisi üzerinde, katilin sebepleri ve yol açtığı sonuçlar üzerinde yoğunlaşılması “Davulcu Davut’u Kim Öldürdü?”nün ana eksenini katil kim sorusundan, katilin sebebi ne sorusuna kaydırıyor.
“Davulcu Davut’u Kim Öldürdü?” Kuzguncuk’u bilenler için küçük süprizlerle de dolu, semtin sahafından komşu hanımlara kadar tanıdık simaları yerleştirmiş hikayenin içine Aptülika. Bir de son olarak balıkçı İdris’in tezgahındaki balıklardan ressam Yusuf Katipoğlu’nun “Deniz ve İnsan” adlı sergisine geçişin hikayenin en etkileyici bölümlerinden biri olduğunu, kendisine tekrar tekrar baktırdığını söylemeden geçmek istemem.
Yeni yorum gönder