Hiç unutmam, sanırım Orta Dünya’nın üçüncü çağının sonlarına doğruydu, Yüzüklerin Efendisi’ni üçüncü kere okumaktayken ve Tolkien üzerinde uzun uzun düşünmekteyken dev bir keşif duygusuyla sarsıldım. Beni ve belki de milyonlarca okuru peşinden sürükleyen şey ne aslında Tolkien’in kurduğu o büyüleyici biçimdeki görsel ve dilsel dünya ne elflerin zarafeti, ne cücelerin mahirliği ne de orta dünyanın yaşlı mı yaşlı konuşan ormanlarıydı aslında… Esas büyüleyici olan şey yazarın hikaye etme biçiminde ortaya çıkıyordu. Ne anlatırsa anlatsın, hangi hikayeye odaklanırsak odaklanalım, aslında daha büyük, daha zengin ve şüphesiz daha da gizemlerle dolu bir hikayenin parçası gibi hissettiriyordu Tolkien. Bir noktadan başlayıp sonsuza kadar devam eden bir sarmal gibiydi onun dilsel dünyası. İşin en tuhaf yanıysa bunun edebi düzlemdeki bir yanılsamadan çok bir gerçeği işaret ediyor oluşuydu…
Lehçeleriyle çeşitlenen dillerine, türlü ırklarına, tanrılarına, efsanelerine varana dek devasa bir dünya yaratmıştı fantastik edebiyatın babası Tolkien; Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit ise bu dünyada geçen iki büyük öyküydü sadece… Bunu Silmarillion’da, Güç Yüzüklerine Dair’de ve Hurin’in Çocukları’nda açık biçimde görmüştük. Şimdilerde Türkçeleşen Bitmemiş Öyküler ise benim bu kendimce büyük keşfimi adeta taçlandırıyor, Tolkien’in sonsuza uzanan sarmalına halka üzerine halka ekliyor.
Orta Dünya’nın nefes alıp verişlerini duyuyorum Bitmemiş Öyküler boyunca… Tolkien, söz gelimi, yarattığı en önemli kadın karakter olan Galadriel’in hikayesine bir türlü karar veremiyor. Nasıl gelmiş Orta Dünyaya, kocasını nasıl sevmiş, neden Orta Dünya’yı terk edememiş, yasaklı mıymış yoksa gönlü mü onu bırakıp gitmeye el vermemiş... Yazıp yazıp bozuyor… Bitmemiş Öyküler’i bir araya getiren Christopher Tolkien ise, notlara, karalamalara ışık tutuyor, büyük bir titizlik ve incelikle hikayelerin, hikaye içindeki hikayelerin içine giriyor. Ancak yanlış anlaşılmasın elbette sadece kafa karışıklıkları ve karalamalardan ibaret değil Bitmemiş Öyküler.
Orta Dünya’nın merak ettiğimiz, ya da merak ettiğimizi bile fark etmediğimiz kahramanlarına, yerlerine, savaşlarına, göçlerine dair de pek çok ayrıntılandırılmış anlatıyla başbaşayız bu çalışmada. Aragorn’un son temsilcilerinden biri olduğu Numenor soyunun kökenindeki Numenor adası can buluyor mesela. Elendil’in doğuşu belirginleşiyor. Gandalf’ın soyu, kim ya da ne olduğu ayrıntılarıyla ortaya çıkıyor. Palantiri taşları yeniden canlanıyor. Güç yüzüklerine dair geri planda kalan kahramanlar ve olaylar kıpırdayıp duruyor zihnimizde ve Hobbitler’le karıştırılan Druedain halkının geçmişi, karakteristik özellikleri belirginleşiyor. Kısacası, Tolkien’in bir türlü vakıf olamadığımız sırrına, sınırlarına bir parça daha yaklaşıyor, Orta Dünya’ya bir parça daha nüfuz edebiliyoruz.
Tolkien’in Bitmemiş Öyküler’i Orta Dünya tutkunlarını mest edecek hiç şüphesiz. Yanı sıra bir yazarın kurgu-dil ilişkisi içindeki yaratma serüvenini gözler önüne sermesi bakımından da bir tür edebiyat, yazarlık dersi barındırıyor içinde. Hatta belki bir evladın hakikatliliğinin temsili olarak bile okunabilir.
Çeviriye dair bir notla bitirmek isterim. Tolkien’in hemen tüm eserleri şüphesiz büyük bir çeviri mücadelesi gerektiriyor. Türk çevirisi özellikle bu yazarla ilgili sınavını başarıyla da verdi. Ancak Bitmemiş Öyküler’in içinde özellikle tamamen Tolkien’e ait bölümlerde yazarın edebi pırıltısının yansımaları pek görülmüyor. Okur üzülüyor…
Yeni yorum gönder