Uzun zamandır keyifli bir keşif duygusuyla okuduğum ilk kitap Hiyeroglif Masallar. Yepyeni bir yayınevinin hevesli soluğundan çıkma bu eser, 18.yüzyıl İngiliz edebiyatının içinden son derece şaşırtıcı bir şekilde günümüze taptaze kalarak gelmiş. Efendim, yazarımız Horace Walpole, biz onu gotik romanın ilk örneği olarak kabul edilen Otranto Şatosu’ndan tanıyoruz, biraz da fantastik edebiyatın kurulmasına ve gelişimine olan katkısından. Hiyeroglif Masallar ise İngiliz dilinin ilk sürrealist metin örneği... Walpole belli ki iflah olmaz bir muhalif.
Absürdü eline almış, kaleminden yergi, ironi ve bolca kahkaha damlıyor. Walpole’nun Don Kişotvari savaş açtığı dönemin edebiyat ortamı, “geçici siyasi görüşlerden, şahsi yergilerden ve boş aşk romanlarından başkasının beğenilmediği böylesi değersiz bir çağ”... Nedense hiç yabancılamıyoruz bu ortamı ve haliyle Walpole ile özdeşim kurmakta hiç zorlanmıyoruz. Hal böyle olunca Walpole’un masallarındaki absürt ortamı, dile ve kurguya sızmış sinizmi bizi de en az bir 18.yüzyıl insanı kadar etkisi altına alıyor. Buyurun niyeyse sadece altı tane yazılmış masaldan oluşan, niyeyse yazarının sadece altı kopya olarak çoğalttığı ve çok şükür ki günümüze kadar gelmeyi başarmış Hiyeroglif Masallar'a…
Önce masalların nereden çıktığı meselesine gelelim. Walpole’un bununla ilgili çeşitli yaratıcı fikirleri mevcut. Mesela hiyeroglif masalların henüz keşfedilmemiş, henüz bir yerleşimin de olmadığı, üstelik dünyanın yaratılmasından da kısa bir süre önce ortaya çıkan Crampcraggiri Ada’sının dağında yaratıldıklarından çok emin. Ortada birkaç rahibin çok güvenilir tanıklıkları var: Onlar doğmadan çok önce, yaşlı adamlar tarafından, anlatıldığını duyduklarını hatırlıyorlar... Masalların yazarı ise kahramanlık şiiri biçiminde kaleme aldığı bir aşçılık kitabından başka bir şey yazıp yazmadığı belli olmayan Kemanrlegorpikos, olabilir. Tabi böyle birinin var olup olmadığından emin olabilirsek eğer… Walpole’un bu masallarla ne yapmak istediği ise belli: Kötü neslin eğitimi için, onları Antikçağ’ın kahramanlarından nefret ettirmek. Ki gelmiş geçmiş en dindar kralın iyi tebaaları olabilsinler. Ya da niye olmasınlar ki…
Altı hiyeroglif masallarından ilki Yeni bir bin bir gece masalı. Bu masalda prenses olmadığı halde kendine prenses diyen kahramanımız -ki yaşadığı ülke de aslında yok gibi-, bir gün komşu ülkenin muhafızları tarafından kaçırılarak Kral’ın yatağına gönderiliyor. Beklendiği üzere Kral her gece bir kadınla evlenip sabahına bu kadınların canlarını alıyor. Sebebi ise malum, uykusuzluk. Ancak olmayan ülkenin zaten olmayan prensesi, gece boyu krala hikaye anlatmak yerine Papalığın ve kilisenin bir takım siyasi oyunlarını anlatmakta ısrarcı davranınca Kral sıkıntıdan uykuya dalıveriyor. Bunu fırsat bilen prenses kralı yastıkla boğarak tahtın başına geçer ve mutlu son…
İkinci masal Kral ve Üç Kızı. Kralın üç kızı arasında gerçekleşen yoğun bir taht ve koca bulma mücadelesine odaklanır burada Walpole. Ancak ortada çok ciddi sorunlar vardır, Kral’ın en büyük kızının hiç olmaması gibi mesela... Hal böyle olunca siyasi entrikalar daha da kızışır. En küçük prensesin tahta geçmesini isteyenlerin gerekçelerine göz atarsak: “En büyük prenses olmadığı ve ortancanın en büyük prenses olması gerektiğine göre ve eğer en büyükleri yoksa ortanca da en büyük sayılacağından ortanca olmayacaksa, şansölyenin de ortaya koyduğu gibi ortanca prenses en büyük prenses olamayacağına göre, kanun hükümlerinin açıkça belirttiği gibi, ortanca prenses hiç kimse olamazdı. Neticede, kendisinden daha büyük bir kardeşi olmadığına göre en küçük prenses, en büyük sayılmalıydı.” Durumun ne kadar çetrefilli olduğu ortadadır. Siyasette de, dinde de, geleneklerde de mantık aramayacak kadar mantıklıdır yazarımız. Masala ve kahramanlarımıza gelince… Olduğu halde olmadığı kabul ettirilmeye çalışılan ortanca prenses ne yapıp ediyor, kendine konserveci bir koca bularak babasını tahttan indiriyor. Bu devrimin üzerinde yarattığı sevinçten ölen Kral babası ve akıl hastanesine kapatılan küçük prenses de cabası…
Clarissa P. Estés Kurtlarla Koşan Kadınlar’da artık bizim için anlamı kalmamış, içi boşaltılmış gibi görünen kadim masalların psikanalitik bir okumasını yaparak masal türünü yeniden hayatımızın merkezine oturtur. Masallar üzerinden benliğimizi, içinde yaşadığımız kültürü düşünmek hayati değerdedir çünkü. Horace Walpole ise onları yeniden yazarak, dile, dine, siyasete, yarattığımız mitlere, tüm kalantorluk heveslerine, içinde bulunduğumuz kültür ve edebiyat ortamına dair ardı arkası gelmeyen soru işaretleri bırakıyor. Ya da daha doğrusu her soru işaretinin yanına bir de ünlem ekliyor. Kayıtsız kalmak da, kahkahaları bastırmaya çalışmak da, mümkün değil…
Yeni yorum gönder