Tren ve demiryolu, sanayi devriminin hiç şüphesiz en başat simgelerinden... Makine daireleri, makinistler, pistonlar, her şeyi yutarak küle ve buhara dönüştüren alevler, kömürün o sanayi tip karası ve nihayetinde hareket... İnsan yaşamını sonsuza dek değiştiren hareket... Trenin icadıyla ruhumuza girip davranışlarımıza yön veren yeni bir tür iblis! “Hareket İblisi”; Polonyalı yazar Stefan Grabinski’nin modernizmle ve sanayi devriminine, makinelerin işleyişine hayranlık besleyen fütüristik akımla hesaplaşması. Tekinsiz, gotik üslupla yapılan bir hesaplaşma bu. Zira, Grabinski’ye Polonyalı Poe denmesi, beyhude yere değil...
Gotik tren efsaneleri, hayalet trenler, tren hareket halindeyken sapkın bir biçimde yaşam enerjisiyle dolan yolcular, yolculuk yapma hastalığına tutulan tuhaf gar sakinleri, uyurgezerler gibi bilinçsiz bir şekilde yolculuk etmeye müptela olanlar, yol boyu huy değiştirenler, sadece ileri, dümdüz ileri gitmekten zevk alan tuhaf makinistler cirit atıyor “Hareket İblisi”nde yer alan öykülerde. Yazar, makinenin varoluş biçiminden hareketle doğaüstü bir atmosfer yaratıyor. An’ın içinde bütün an’ları aktarmakla yükümlü öykü’nün alanına, insanlığı büyüleyen bu yeni icadın varlığına, tüm eski insanlık hastalıklarını buyur ediyor: Saplantı, takıntı, sınırda gezinmek ve hepsinin ötesinde delilik ile cinayet... Cinler, periler, türlü şeytanlar ve şeytanlıklar da beraberinde geliyor tabii.
Öykülerin çoğunda modernizm hayranlığı ile modernizm karşıtlığı, tren bağlamında, dile gelir. Kitaba adını veren öyküde, kendini kaybedercesine yolcuk eden Tadeuş Sıgon sözde ağız dalaşına girdiği kondüktörün “Tren yolu beyefendi, büyük şeydir. Hizmet etmeye ve emeğini vermeye değer. Bir medeniyet faktörü! Milletlerin, kültür değişiminin uçan aracısı! Hız, beyim, hız ve hareket!” sözlerine karşı adeta isyan eder: “Sizin bu yaptığınız yollar, olası en büyük hızla olsa dahi, en ötelere ulaşan hatlar üzerinde olsa dahi, büyük hareket karşısında, her şeye rağmen nihayetinde Yeryüzü’nde kaldığımız gerçeği karşısında nedir ki? Bir saatte Yerküre’nin tamamını dolanacak cehennemi bir tren bile bulsanız, nihayetinde yine trenin yola çıktığı yere döneceksiniz: Yeryüzü’ne zincirlisiniz.”
Ancak trene olan bu tutkunun temelinde sadece modernizm hayranlığı da yatmamaktadır Garbinski’ye göre. İçimizde, ta en derinlerde bir yerlerde yaşatmakta olduğumuz o ölümsüz göçebe ruhumuz, belki Çingene köklerimizdir bizi harekete müptela eden ve her şeyden bilinçsizce ve mütemadiyen kaçmaya zorlayan. Tren, bu kaçış tutkusunun modern yüzüne dönüşüverir o anda. Sapkın ruhlarımızın yaptığı ise onu araçtan amaca dönüştürmektir. Yine de bir uzlaşıdır söz konusu olan: Kozmik doğa güçlerinin etkisi altında trende gitmek demek yeryüzü ortamının şartlarının neden olduğu çocukça bir uzlaşı demektir. “Bir karanlık güç, onu evinden koparıyor, gara sürüklüyor, tutup bir trene tıkıyordu; karşı konulmaz bir buyruk, onu çoğu kez karanlık bir gecenin ortasında rahat yatağından çıkmaya zorluyor, bir hükümlüymüşçesine alıp sokakların labirentinden geçiriyor ve uçsuz bucaksız dünyaya salıyordu. Önünde bir yolculuk olurdu, körlemesine, nasıl denk gelirse öyle, bazı duraklar, meçhul bir istikamete yapılan aktarmalar, sonunda herhangi bir ülkede, herhangi bir göüğün altında bir şehre, kasabaya ya da köye varış; niçin başka bir yer değil de, illa orası bilinmezdi ve sonra nihayet yabancı, yabanıl bir çevrede o uğursuz uyanış...”
Garbinski “Çılgın Tren” adlı öyküde ise modernizmin o tıkır tıkır işleyen görüntüsünün ardında yatan tekinsizliği, ruhlarımızda açtığı kültürel kara deliği çok güzel betimler: “Görevliler harıl harıl çalışmaktaydılar(...) Kondüktörler, uzun vagon sıralarını telaşlı adımlarla geçerek aralıksız koşturuyorlar; başmanevracılar –istasyon pilotları- kısa, ama işaret boruları kadar net komutları, yani hareket emirlerini, yerine getiriyorlardı. Her şey canlı, saniyesi saniyesine, dakikası dakikasına hesaplanmış bir tempoda ilerliyordu(...) Ama sakin bir izleyici bir kenarda durup bakacak olsa, kısacık bir gözlemden sonra görünürde bu sözde düzene karşıt bir şeyin varlığını hemencecik sezebilirdi. Yürütülen işlerin yasa maddeleri ve gelenekle norm halini almış akışına sanki bir şey gizlice girmiş; kutsanmış hareketin önüne, belirsiz olmasına belirsiz, ama önemli bir engel dikilmiş gibiydi.” Bu şey, hesaplanamayan kazalar ve doğaüstünün ta kendisidir. Nicedir çökmüş olan modernizm projesinin insan benliğinin derinliklerini ıskalayıp geçmesidir...
“Hareket İblisi”, nice farklı okumalara açık daha pek çok öykü barındırıyor. 20. yy’ın bu kayıp yazarını son derece titiz bir çalışmayla, iyi bir çeviriyle okuyup tanımak da biz Türk okurlarının gecikmiş lüksü oluyor...
Yeni yorum gönder