Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

İlk tuğlanın usulca kabuk bağlamasına…




Toplam oy: 1174
Murathan Mungan
Metis Yayınları

Toplama yazıları hiç sevmem, yazar ve yayıncı bir olmuşlar, sinekten yağ çıkarıyorlar gibi gelir. Toplama yazıları çok severim, belki artık hiç ulaşamayacağım bir kitabın içinden çıkagelen parçalarla gayet zamansız olarak karşılaştığım ve önümde etrafa dağılmış çeşitli parçalardan yeni bir şeylerin inşa edilme sürecine ortak olduğumu hissettiğim için. Aklım mı karışık, ya da nerede duracağımı mı bilemiyorum acaba? Sanırım aynı anda hepsi ve hiçbiri. Tamamen kitaba bağlı yaşayıp gidiyorum işte, onun beni götüreceği yere götürmesini bekliyorum sadece. Tuğla, bir şair ve yazar, bir yazın insanı olarak –ki ne kadar üretken olduğuna hem şahidiz, hem şaşıyoruz- Murathan Mungan’ın çeşitli tarihlerde kaleme aldığı denemeler. Tuğla gibi mi? Değil. En azından kalınlık açısından. Tuğla gibi mi, evet öyle; yazının ateşinden geçirilerek pişmiş bir tuğla, hani duvarların, evlerin olmazsa olmazlarından.

 

“Taş taş üstüne koyar gibi örüyorum beni bugünlere getiren yolu; yazıdan ördüğüm, sonra ardına çekildiğim duvarı…Tuğla, ateşin imtihanından geçer ilkin. Nefesimi üflediğim yazı’mı bırakıyorum ben de ateşin imtihanına… (…)Kendi fırının ağzında terlediğin onca zaman; emeği, verimi cömert kullanılmış onca yıl, bir bakarsın yalnızca bir tuğla…”

 

Emeği, verimi cömert kullanılmış onca yıl… Ne kadar doğru söylüyor Mungan. Emeğini, verimini onca yıl ne kadar sakınmadan, ne kadar cömertçe verdi biz okurlarına. Murathan Mungan, şiirlerine–sanırım her Türk okuru gibi- çok erken yaşlardan itibaren vurulduğum bir şair; buna karşın öykülerine, romanlarına çok geç ısındığım bir yazar. Yıllandıkça güzelleşir ya bazı insanlar, sanırım bazı yazarlarda da öyle oluyor. Kimileri yazdıkça, çok yazdıkça, kendilerini daha çok, daha çok ortaya attıkça edebiyatlarından kaybediyorlar, düşüncelerinden ve hayallerinden azılıyorlarken, kimileri Murathan Mungan gibi çoğalıyor, büyüyor, büyülüyorlar günden güne…  Mungan’ın Tuğla'sı bir okur ve bir eleştirmen olarak benim için bu yüzden çok önemli, yıllar içinde edebiyatın soluğuyla pişmiş tuğlayı elimde evirip çevirip, pürüzlü yüzeyine, çentiklerine, işçiliğine bakıyorum. Bir yazın insanı olarak Murathan Mungan’ın “kendini bir kahraman olarak var etmeye çalışan yazar” düşüncesinin dışına çıkarak, samimiyetle bir kahramana dönüşünü izliyorum. 

 

Neler var, neler yok peki Tuğla'nın içinde? Bir kere yazar eski yazılarını son kez topladığını belirtiyor, bunun altını çizmek gerek. Bu anlamda Mungan’a göre bu son tuğla, geçmiş malzemeye yapılan son müdahale… 

 

Kitabını bulamamış yazılar, sipariş denemeler, ilk imzanın gölgesini taşıyanlar, resimli olanlar… Mungan sözgelimi Cemal Süreya’yı maviden, Ziya Osman Saba’yı tüm zamanlara yayılan hatıralarından, Ahmet Arif’i cıgarasındaki karanfil kokusundan, Halit Ziya Uşaklıgil’i boğazına düşkün roman kahramanlarından tutuyor. Ya da bırakıyor geçsin zaman, dil buna müdahale etmesin, edemesin. Yazıların arasındaki boşluklar, zaman farkları bu yüzden haz dolu ve uçucu. Rahat bir soluk alır gibi ve nihai bir şekilde nefeslenir gibi okuyorum Tuğla’yı. Hiç adetim olmadığı halde, bazen sıradaki denemenin ne olacağının heyecanından bir tanesine odaklanamıyor, parça parça oradan buradan okurken yakalıyorum kendimi. Bir ziyafet sofrası başında çırpınan aç gibi… 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.