Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

İnsanlığın yarattığı en toplumsal hayvanlar: Ejderhalar...




Toplam oy: 1115
Frederik Canard, Patrick Absalon
Yapı Kredi Yayınları

“Delilik! Acı aptallıklar!(...) Sigefroi var oldu mu hiç? Ejderha var oldu mu? Siz hayatınızda hiç ejderha gördünüz mü aziz bayım? Zaten böyle bir şey mümkün mü? Bir hayvan, haydi ama ciddi olalım biraz, bir hayvan burnundan ve ağzından ateş püskürtebilir mi hiç? Ateş her şeyi dağıtır bayım, önce o talihsiz hayvanı kül eder. Siz de öyle düşünmüyor musunuz?” Bu sözler Victor Hugo’ya ait. Ejderha kayası diye bilinen mitsel bir yerde, kahramanlarından birine sordurur bu isyan niteliğindeki soruları büyük yazar. Modernizmin başta ejderha olmak üzere bu türden düşsel efsanelere karşı isyanıdır bu. Ama tarih ve insanın ölümsüz hayal gücü, Hugo’yu da, modernizmi de haksız çıkacak, “kurmaca canavar”, bugüne değin cazip bir edebi tema olarak varlığını sürdürecektir. 

İster batıl inançları körükleyen bir efsane, ister bir yergi malzemesi olarak kullanılsın ejderhalar insan tabiatı hakkında etkili, aydınlatıcı bir mesaj verebilmek için bulunmaz bir nimet gibidirler çünkü. Ve dolayısıyla amacı bu nimetten yararlanarak insan benliğini sorgulamak olan fantastik edebiyatın da baş tacıdırlar. Fantastik edebiyatın annesi Ursula K. Le Guin, ejderhaları altbenlikliklerimizden en kuvvetlisi olarak kullanır. Yerdeniz dizisinde, insanların ejderhalardan geldiğini, kadim lisanı ve kendi benliklerini unuttukları için ejder yanlarını da unuttuklarını, göz ardı ettiklerini anlatır. Fantastik edebiyatın babası Tolkien ise başyapıtı Yüzüklerin Efendisi’nin üç cildine de Nazgullerin gölgesini düşürmüştür. Hobbit’te de, ejderha miti baskındır, Tolkien’in ejderha tasviri binyılların ejder söylencesinin bütünleşmiş bir haline benzer: “Altın yaldızlı büyük kızıl ejderha derin bir uykuya dalmış halde orada uzanmış yatıyordu; çenelerinden ve burun deliklerinden tekdüze bir gürültü ve duman şeritleri çıkıyordu, ama uykusunda ateşi daha kısık oluyordu. Onun altında, tüm uzuvlarının ve muazzam kuyruğunun altında ve çepeçevre etrafında, görülmez zeminin tüm sathı boyunca, işlenmiş altın ve ham altın, değerli taşlar ve mücevherler, gümüş gibi değerli şeylerden oluşan ve kızıla çalan ışıkta üzerinde mor hareler oluşan bir yığın vardı.”

Harry Potter’da Sihir bakanlığının en önemli işlerinden biridir, ejderhaları hakimiyet altına alarak, bu alemle diğer alemi birbirinden ayrı tutmak, gizemi korumak. Robert Jordan ise devasa çalışması “Zaman Çarkı”nı ejderha miti üzerinden kurgulamıştır, dizinin başkahramanı Rand Al’Thor’un esas ismi bile bunun bir kanıtı sayılır:  Yenidendoğan ejder!

Ejderhalar ölmez, hepsi gönlümüzde yaşar
Bilim ne kadar ilerlerse ilerlesin ejderha söylencesi dokuz canlı bir canavar misali giderek güçlenerek kendini devam ettirir. Peki ama neden? Patrick Absalon ve Frederik Canard, “Ejderhalar, İnsanlar Diyarındaki Canavarlar” adlı çalışmalarında işte bu sorunun üzerine giderek, mitolojide, dinde, edebiyatta ve sanatta ejderlerin izini sürüyorlar. İki araştırmacının bulduğu kesin bir yanıt var: Ejderhalar hep yaşıyorlar, çünkü insanlığın hiç doymayan gizem ihtiyacına cevap veriyorlar.

Dünya yüzünde hemen her kültürün ürettiği bir mitoloji bu. Doğuda da batıda da, kuzeyde de güneyde de... Ancak belli bazı farklılıklar da yok değil. Üstelik bu farklılıklar, kültürlerin ürettikleri yaşam ve düşünce biçimlerinin de açık bir okumasını yapmamızı sağlıyor. Söz gelimi Doğuda da Batı kültüründe de ejderhalar korkulan, saygı duyulan büyük bir gücü, hem kaosu hem düzeni temsil ediyorlar. Yani doğanın, doğanın yıkıcı ve yapıcı gücünün zihinlerimizdeki simgesel izdüşümleri... Ancak Doğu kültüründe bu izdüşümü alt etmeye çalışma çabası görülmüyor, Doğu düşüncesi ejderin dolayısıyla da doğanın gücüne saygılı ve onunla barışık. Uzakdoğu’nun imparatorları ve imparatoriçeleri iktidarlarının gücünü ejderhalardan alıyorlar, yeri geldiğinde kollayıcı yeri geldiğinde astığı astık kestiği kestik tavırlarını ejderhalardan esinlenerek koyuyorlar. Ejderhalar, imparatorlara “düzenin egemen olmasını sağlayan kozmik gücü” aktarıyorlar.

Batı kültürü ise ejder savaşları ve mücadelelerinden mürekkep. Ejderhalar, her daim alt edilmesi gereken, kötü, baş belası bir güç, bir canavar. Hemen her Hıristiyan azizinin bir halka, bir şehre musallat olan ejderhayı alt etme hikayesi mevcut. Şövalyeler için de aynı durum geçerli. Lancelot’un da, Tristan’ın da tam anlamıyla şövalye olabilmek için ejderha sınavından geçip feodal toplumun temellerini oluşturan Hıristiyanlık ve şövalyelik değerlerinin düşmanı olan bu canavarı yenmeleri gerekiyor. Bu anlamda ejderhalar, Hıristiyanlığın ortaya çıkışından önce var olan kaosun birer simgesine dönüşüyorlar.  

“Ejderhalar, İnsanlar Diyarındaki Canavarlar” bir yandan ejderhalarının toplumsal-kültürel izlerini sürerken, diğer yandan da okurlarına güç, iktidar, doğa ve bilim üzerine de keyifli bir düşünme alanı açıyor. Ve hem içeriğiyle hem de yazarlarının çıkardığı kültürel ejderha haritalarına eşlik eden görsel tasarımıyla bu haftanın en şahane kitabı oluyor...

Yorumlar

Yorum Gönder


hindistanda ejderhaya benzer bir yavru hayvan bulunmuş azından ateş cıkarıyormuş internette resminide verdiler

29%
71%

Bence var bazı bolgelerde ejderha gibi hayvanlar bulunmuş

55%
45%

lütfen cevap yazın yani ejderhalar hala yaşıyorlar mı

33%
67%

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.