Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

İpin ucunu kaçırmayınız!




Toplam oy: 1460
Robert Fulford
Kolektif Kitap
Kanada'nın önde gelen kültür gazetecilerinden Robert Fulford, insanlığın yakın kültür tarihinde hikaye anlatma edimi ekseninde geziyor Anlatının Gücü'nde.

"Kendimiz için bir anlatı inşa ederiz ve bir günden ötekine bu ipi takip ederek ilerleriz. Kişilik bölünmesi yaşayanlar bu ipin ucunu kaçırmış olanlardır." Evet, Paul Auster özel hikayelerimizden, kişisel tarihimizi inşa edip kim olduğumuzu ortaya koymak için başta kendimize ve başkalarına anlattığımız hikayelerden söz ediyor. Çünkü bizler hikaye anlatmaya ve dinlemeye evvela kendimizden başlıyoruz. Çünkü bizi biz yapan bir hikayemiz olmadığını anlamak, varlığımızın anlamsız olduğunu fark etmek demek ve bunu kaldırmamız mümkün değil. Çünkü ancak hikaye anlatarak yaşamın korkutucu rastlantısallığını yenebilir, yaşam denen kaosa bir çeki düzen verebiliriz... Öyleyse dil varsa hikaye vardır. Hikaye varsa yaşam vardır, diyebiliriz.

 

Kanada'nın önde gelen kültür gazetecilerinden Robert Fulford, insanlığın yakın kültür tarihinde hikaye anlatma edimi ekseninde geziyor Anlatının Gücü'nde. Hikayelerden söz ederken dedikodu ve yalanı atlamak olmaz. Hatta Fulford önceliği dedikoduya ve yalana veriyor. Hikaye anlatmanın diğer ihtişamlı biçimleri gibi dedikodunun da kısmen anlayacağımız ironiler ve belirsizlikler barındırdığını, korkularımızı ve endişlerimizi ifade ettiğini ve ahlaki yagılar ortaya koyduğunu düşünürsek, Fulford bu konuya dikkat çekmekte hiç haksız sayılmaz. Üstelik yakından baktığımızda dedikodunun edebiyatı da beslediğini görürüz. Tolstoy, Flaubert, Proust ve hemen tüm büyük romancıların yapıtlarında hafif bir dedikodu havası sezmemiz mümkündür: Şimdi neler olduğuna inanamayacaksınız! Durun da anlatayım!

 

Büyük anlatı

 

Tabii işin bir de "büyük anlatı" dediğimiz kısmı var. İnsan olarak hikayeler aracılığıyla nasıl kendi benliğimizi inşa ediyorsak insanlık olarak da büyük anlatılar aracılığıyla tarihimizi inşa ediyoruz. Fulford bu noktada değişen tarih algısına ve büyük tarih yazarlarına değiniyor. Amerika'nın keşfi, Roma'nın çöküşü, Caz müziğinin tarihi, 68 kuşağının hikayesi, İkinci Dünya Savaşı, Batı medeniyetinin sonu... Şüphesiz ki listeyi uzatabiliriz. Büyük anlatılar, ikamet ettiğimiz mekanlardır diyor yazar, orada ikamet etmek isteriz. Ama gelin görün ki değişmez ve çürümez bir özgüvenle konuşan büyük anlatılar, istemedikleri halde sürekli değişim içindedirler. Üstelik buna son yıllarda iyiden iyiye gelişen ve oturaklı hale gelen büyük anlatı eleştirisi de eklenmiştir. Tarihi anlatı, gözünü büyükten küçük olana, gündelik hayata çevirmiştir iyiden iyiye. Ama bu sefer de büyük resmi gözden kaybetme tehlikesi doğmuştur. Kısacası anlatının her türüne olan ihtiyacımız baki.

 

Anlatının Gücü'nün kanımca en dikkat çekici, en parlak bölümü "Modernitenin Çatlak Aynası". Yazar özellikle 1940'lardan itibaren edebiyat sahnesinde boy göstermeye başlayan "güvenilmez anlatıcı" ekseninde modern ve postmodern eleştiriye odaklanıyor. Geçtiğimiz yüzyılın en simgesel edebi araçlarından biri görünmez anlatıcı. Nabokov'dan Agatha Chiristie'ye, Faulkner'den Fitzgerald'e pek çok büyük edebiyatçının kahramanıdır o. Güvenilmez anlatıcı aracılığıyla edebiyatçılar uzun yıllardır hikayenin ve gerçekliğin sınırlarını zorluyorlar. Dille başlayan hikayenin gerçeklere ne kadar değdiğini, değebileceğini kurcalıyorlar. Ama görünen o ki, hikayeler değişiyor, hayat yenileniyor ama gerçek dediğimiz şeyle aramızdaki mesafe hiç değişmiyor. Nabokov'la bitirelim: "Gerçekliğe git gide yaklaşabilirsin, ama asla yeterince yaklaşamazsın çünkü gerçeklik sonsuza giden basamaklardan, algı katmanlarından, yanlış temellerden oluşur, bu yüzden de... ulaşılmazdır."

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.