Medeniyetin başlangıcında, hiçbir tanrının olmadığı, daha hiçbir kaderin yazılmadığı zamanlardan gelen bir hikayedir bu. Adına Yaratılış Destanı denir. Tanrılar ve ölümlüler, yazarlar ve dinleyiciler gelir bu hikayenin hemen ardından.
Başlangıçta hepsi bir ve tektir, sonrasında ise işler giderek çetrefilleşir. Gılgamış ve Enkidu’nun başına gelenlerdir bu. Her şeyi öğrenen adamların ve kadınların hikayelerinde medeniyet başlar. Söz ve düşünce, anlatı ve öğreti el ele bugüne gelir.
Mitlerin kaç türlü yorumu vardır? Kaosun düzen tarafından bastırılması gibi kişiselleştirilmiş evrensel güçleri mi anlatırlar? Tarihi olayları mı yansıtırlar? Yoksa sadece dini ve ahlaki amaçlar mı taşırlar? Kuşkusuz hepsine birden aynı anda evet diyebiliriz. Özellikle de Mezopotamya mitleri söz konusu olduğunda. Mezopotamya’da ortaya çıkan mitlerin tek özelliği sadece bu tür çeşitli yorumlara açık olmaları değildir elbette. Mezopotamya mitleri bugün bizlim bildiğimiz, tarihte açıkça ifade edilen ve kaydedilen ilk mitlerdir. Henrietta Mccall’ın, “Mezopotamya Mitleri” adını verdiği çalışması, bilinen insanlık tarihinin geçmişinin derinliklerinden gelen ve tüm çağlara seslenen söz konusu mitleri incelemesi açısından dikkat çekici.
19. yüzyılda uzmanlar, Mezopotamyalılar’ın en az 5 bin yıl önce kil tabletler üzerine kaydettikleri çivi yazılarını deşifre ettiklerinde kısa süre içinde anlamışlardı insan varlığının, bilincinin, kültürünün ve ahlakının temellerinin, bu tabletlerde anlatılan hikayeler ekseninde, yeniden inşa edilmesi gerektiğini. Zira tabletlerin dili çözüldükçe başta İncil olmak üzere, kutsal kitaplarda yazılanların Mezopotamya’da anlatılan hikayelerle, destanlarla fena halde benzeştiği ortaya çıkmıştı. Tabletlerin tam çevirisi, Batı dünyası için tam bir şoktu. Çünkü İncil’in önceden düşünüldüğü gibi dünyanın en eski kitabı olmadığını, hatta ondan çok çok daha eski çağlardan gelen bir edebiyat kitabı olduğunu gösteriyordu. Mezopotamya mitleri okundukça, ölümsüzlüğün sırrını arayan Gılgamış Destanı’nın, Nuh’un gemisi hikayesinin, Yaradılış efsanesinin ise Yunan mitlerinin önceli olduğu açıkça görülüyordu. Bugün gelinen noktada bu bölgeden yayılan uygarlığın izlerinde önce “insan”ın sonrasında da “kutsal”ın şifrelerini çözüyorduk.
Henriette Mccall, söz konusu şifrelere odaklanan çalışmasının ilk bölümlerini Mezopotamya mitlerinin keşif serüvenine ayırmış. Çivi yazısı tabletlerin bulunması, dillerinin deşifre edilmesi ve içeriklerinin anlaşıldıkça ortaya çıkan hararetli tartışmalar bile başlı başına ayrı bir kitap konusu. Çalışmanın devamında ise özellikle Gılgamış ve Yaratılış Destanı’na odaklanıyor yazar. Bu hikayelerin anlatım biçimlerine de bir edebiyat eleştirmeni gibi ayrıca odaklanıyor. Zira biçim, bizlere hikayenin anlatıldığı kültürün çözülmesinde verilen önemli bir anahtar. Mccall’a göre söz konusu mitlerdeki olayların ağır akışı ve dikkat çekici biçimde bulunan sık tekrarlar, -hakikatin tekrar ile pekiştirilmesi- Mezopotamya kültürü ve düşünce yapısına dair şu önemli bilgiyi verir bize: Görsel imgelere hiç alışık olmayan bir dinleyici ve okur kitlesi. Bu veri bile tarihe atfedilen bir takım teknolojik-ezoterik bilginin/yorumun yeniden gözden geçirilmesi gerekliliğini önümüze sermektedir.
Mezopotamya mitlerinin başta da belirttiğim gibi bize anlatmaya çalıştığı pek çok şey var. Ama en ilginci kendimizi her şey bir yana çağlar çağlar sonra hala bu hikayelerinin akışına kaptırabilmemiz. Ölümsüzlüğün peşindeki Gılgamış, büyüleyici güzellikteki İştar, mağrur Marduk, bilge Ea, tüylü bir hayvanken bir fahişe tarafından ehlileştirilip uygar bir insana dönüşen Enkidu ve gizemli Utnapiştim bizi hala büyüleyip içine alabiliyor… Tüm mitler elbetteki önce hayal gücümüzü ateşler. Mezopotamya mitlerinin ateşi ise, Henrietta Mccall’ın da dediği gibi, hala alev alev yanıyor.
Mitolojik kitaplar ve karakterler , sinemaya aktarıldığında daha geniş bir yelpazeye ulaşıyor ilgi artıyor
Yeni yorum gönder