Doğu, bu topraklarda zaten kadındır, dişil olandır diye düşünerek çevirmeye başladım ilkin, “Kadın Öykülerinde Doğu”nun sayfalarını. Bu ayırım, dilde estetik ve edebi dururken, gerçekte, dişil benliklerimize ve toplumun kadınlardan mürekkep bölümüne uyguladıklarımızın altını çiziyordu keza; hırpalanmış, açılan nice savaşlarla tekrar tekrar yıkılıp yağmalanmış, yenilmiş… Ama ne yaparsak yapalım, cılız bir ışıkla da olsa yaşamlarımızı renklendiren dişil benliklerimiz gibi Doğu da suskun, yıprak, ezik, yağmalanmış haliyle hala duruyor ne de olsa yerinde. Doğrudur dedim sonra tekrar kendi kendime, bu topraklarda erkek batıysa kadın doğudur... Ve devam ettim ayrımcılığa, erkek roman olsun kadın da öykü öyleyse diye…
“Kadın Öykülerinde Doğu”, “İstanbul”, “Ankara”, “İzmir”, “Karadeniz”, “Avrupa” diye giden bir dizinin altıncı kitabı. Öyle çok öykü var ki içinde şaşırdım, genellikle bu tür çalışmalarda on beş yirmiyi geçmez öykü sayısı, ama bu sefer doğunun allı pullu, bol nakışlı, karmakarışık hali gibi, birçok öykücü kalem oynatmış. Kimler yok ki içlerinde, Nezihe Meriç’ten Ayfer Tunç’a, Jale Sancak’tan Sema Kaygusuz’a, Leyla Ruhan Okyay’dan Mine Söğüt’e, Nalan Barbarosoğlu’ndan Gaye Boralıoğlu’na, Oya Baydar’a, Erendiz Atasü’ye, Müge İplikçi’ye uzanan bir uzun liste... Kimi yazarlar bu çalışma için kalem oynatmışlar, kimileri ise daha önce başka yerlerde yayımlanmış öyküleriyle kitaba katılmışlar. Burada yer alan otuz dört öykü ve çağdaş Türk edebiyatının otuz dört kadın yazarı arasında illa ki ortak bir yan bulmak, söylemek şart mı? Baş döndürücü olan onların farklılıkları, çoklukları, çeşitlilikleri…
Yaşar Kemal, gazetecilik yaptığı dönemde, Anadolu’nun bir yerinde yaşanan toplumsal bir acıdan söz eder, başından sonuna orada bulunmuştur, kah bir insan kah bir gazeteci olarak oradan oraya koşuşturmuştur herkesle birlikte. Derken bir gün bu olaya dair bir halk ozanının türküsü duyulur etrafta, işte o an ilk defa herkes ağlamaya başlar, gözyaşları sel olup ilk defa o türküyle akar. Evet, doğunun kadınlarının yaşamlarının içinden geçenleri biliriz, iç savaş, mayınlı tarlalar, töre, ensest, aile içi şiddet, göç, yoksulluk, dışlanma, namus cinayetleri, sürgünler, köy boşaltmalar, korucular, kavurucu sıcaklar, dondurucu soğuklar, kıtlık, açlık ve diğerleri… Derlemede yer alan öyküleri okurken, tıpkı Yaşar Kemal’in bu anısında olduğu gibi, zaten çok bilindik olan, bildiğimizi ve hissettiğimizi sandığımız, zaten bizim olan o acı, o çile birden bilinci bırakıp ruha sirayet etmeye başlıyor, sanki gerçekliğini edebiyatla buluyor gibi oluyor… Leyla Ruhan Okyay’ın kendini asan, kendini asmaya zorlanan Kiraz’ının kara yemenisi sanki önce saçlarıma sonra boynuma dolanıyor benim de, Mine Söğüt’ün yüzünü göle, sırtını dağlara dönen Baveşin’iyle dillerimizin ayrıldığı zamana gidiyorum, Ayşegül Devecioğlu’nun Gulizer’i, taş gibi oturuyor içime, bir mezarlık ziyareti gibi.
Tabii sadece acı, çile, ölüm yok; düğünler, şifalar, bereket, doğanın büyüleyiciliği, dostluk, kızkardeşlik, annelik de var bu öyküler de. Başta da dediğim gibi, doğunun ve kadınlığın ışığı cılızlaşsa da hep rengarenk.
Bir de içeride olmak, içinde olmak, olan biteni tam anlamıyla özümsemek değil ya sadece mesele; en mühimi bir türlü içinde değilseniz, yabansanız, yabancıysanız ona, anlatamıyorsanız, anlatma hakkını kendinizde göremiyorsanız eğer, ne yapacağınız… Derlemeyi yapan Hande Öğüt’ün de dikkat çektiği gibi, batılı kadının, evrimci bir söylem içinde, kendinden üstün, kurtulmuş bir kimlik kurma pratiğini besliyorsa eğer doğulu kadın, “öteki” kadınlık temsili Batılı, kendini kurtarmış feminist kadın kimliğinin devamını sağlamaya yarıyorsa eğer, ne yapılacağı… Sibel K. Türker’in doğuyu yazamayan yazarı “Yabancı” ve Yıldız Ramazanoğlu’nun doğunun şifasıyla karşılaşan şehirli kadınını anlatan “Müzeyyen Vakası”, özellikle bu sorulara yanıt arayanları etkileyecektir diye düşünüyorum.
Öğüt, “Ortak ezilmişlikler etrafında bir araya gelmek, dişil bir bağ ve yeni bir dil kurmak her şeyden önce aramızdaki egemenlik ilişkilerini görmekten ve onunla yüzleşmekten başlıyor. Hiçbir kadınlık durumunun bir diğerinden daha değerli, daha ayrıcalıklı olmadığını görmek, kendi hayatımızla başka kadınların hayatları arasındaki bağlantıları anlamamızı sağlayacaktır”, diyor. Ona katılmamak mümkün değil, “Kadın Öykülerinde Doğu”da yer alan tüm öyküler de zaten bu temenninin edebi yüzü gibi. Bu derleme ondandır ki haftanın en şahane kitabı. Tavsiyeme kulak verenlere, kitabın çağdaş Türk öyküsünün geldiği yeri, zenginliğini görmek açısından da gayet keyifli, doyurucu bir okuma deneyimi olacağını söyleyebilirim.
oylumcum,
çok teşekkür ederim. ellerine sağlık, kalemine sağlık. ne güzel yazmışsın. linki tüm yazarlara mailledim şimdi. facebook'ta da paylaştım.
nerelerdesin sen? bodrum'da mısın? haberleşelim.
öpüyorum çok
Yeni yorum gönder