Kahraman mitinin peşinde koşar fantastik edebiyat, insanı insan yapan boşlukların, çatlakların içine sızmaya, oradan da yaşamı var eden temiz ve yüce bir şeyler çıkartmaya çalışır. Olağanüstünü, maddesel gerçekler gibi sağduyuyla kabullenir, içinde eritir. Ortaya çıkan, büyü dediğimiz şeydir. Her varoluş bir arayışsa eğer, kahramanın arayışı da, kahramanı arayan yazarın çabası da anlam kazanır. Ve geriye edebiyatın uçucu keyfi kalır... Patrick Rothfuss, fantastik edebiyata adımını yeni atan genç bir yazar. “Kralkatili Güncesi”nin ilk kitabı “Rüzgarın Adı” ile fantastik severlerin beğenisini kazanmıştı, ancak Güncesinin Türkçeye çevrilen ikinci kitabı “Bilge Adamın Korkusu” ile adını yüreklerimize kazıyacağını kanıtlamış oldu. Onda Tolkien’in başka diyarlar, diller ve kültürler yaratmadaki becerisi, Le Guin’in insanın bilinçaltına dair geliştirdiği bilgeliği ve George R.R. Martin’in zeki oyunculuğu var. En önemlisi de gerçekten fantastik bir yürek… Yazar olarak değil sadece, insan olarak da fantastik bir kişilik Rothfuss. Aksi halde neden herhangi bir yayımlanma ümidi olmadan üç bin sayfalık bir kitap yazsın ve boş vakitlerinde simyayla uğraşsın ki…
Rothfuss güncesinin ilk kitabında bir kahramanın ağzından, bir kahraman olma hikayesi anlatarak başlamıştı her şeye. Kahramanı Kvothe, Kansız Kvothe, Kralkatili, şimdi Kote adını almış adı sanı bilinmeyen bir kasabanın kıyısındaki bir hanın işletmecisi olarak, gözlerden uzak bir yaşam sürmeye çalışmaktadır. Ancak fantastik kurgunun geleneğidir, bir kahramansanız eğer, siz ondan ne kadar kaçarsanız kaçın, olağanüstü insanlar, maceralar gelip sizi bulur ve kahraman pelerininize yeniden bürünmenizi sağlar. Kvothe için de böyle oluyor tabii. Hanına gelen bir Tarihçi onun kimliğini keşfedip gerçek hikayesini yazmaya talip oluyor. Ve bizler Kvothe’nin hikayesini anlattığı üç uzun gün ve geceyi okuyoruz.
Birinci günde Kvothe ailesini yitirmesiyle bitiveren çocukluk günleri ve onu kahramanlaştıran talihsizlikleri anlatırken, Partick Rothfuss’un fantastik dünyasını yavaş yavaş tanımaya başlamıştık. Canavarların, kılıç ve asanın dünyası değildi onunkisi. Büyünün, teknik bir iş gibi üniversitede öğretildiği, geleneklerin, şarkıların ve öykülerin hüküm sürdüğü bir diyar… Rothfuss doğu mesellerini andıran hikaye içinde anlatılan hikayelerle kurarken anlatısını, fantastik edebiyatta sıkça gördüğümüz batı mitolojileri ve ortaçağ havasını birbirine ustalıkla yediriyordu. Kvothe’nin ikinci gününde, yani ikinci kitapta da bu tarzını iyice belirginleştiriyor yazar, aksi halde Türkçe çevirisi tam bin yüz elli sayfa tutan bir öyküyü soluksuz okumak mümkün olamazdı…
“Bilge Adamın Korkusu”nda, genç yaşına rağmen artık iyiden iyiye olgunlaşmaya başlamış bir kahraman olarak çıkıyor karşımıza Kvothe. Ancak hala, ailesinin ölümünü, bir Edema Ruh olduğunu, ailesini kaybetmesinin müsebbibi olarak gördüğü Chandrialılar’ın peşinde koştuğunu ve içinde yanan intikam ateşini herkesten bir sır gibi saklamaya devam ediyor. Onun bilgelik yolunda, intikamının peşinde koşarken heba olmamak, ait olduğu dünyada yalnız başına ayakta kalabilmek için büyüden insan ilişkilerine, aşktan dövüş sanatına dek her şeyi öğrenmek ve susmak var. Aksi halde yok olacağını biliyor. Tıpkı hikayenin kendisi gibi…
Rothfuss’un yarattığı dünyada her şeyin bir açıklaması, bir hikayesi ve bir şarkısı var. Yazarın simya ile haşır neşir oluşu romanda büyü, sempati, gözbağı olarak geçen her şeyi teknik bir şekilde anlatmasını sağlamış belli ki. Ancak yanlış anlaşılmasın, bu teknik açıklamalar hikayenin büyüsünü kaçırmıyor hiç, hatta aksine akıcılığa hizmet ediyor.
Azılı düşmanı Ambrosse’un sayesinde birkaç dönem Üniversite’den ayrılan Kvothe’nin yolu dünyanın uzak bir köşesi olan Vintas’a düşünce, intikam arayışı da bir parça umut kazanır gibi oluyor. Üniversitede, üniversitenin dev arşivinde bulamadığı sırlı gerçekleri Vintas’ın büyük lordu Maer ile Fırtınaduvarı’nın ötesinde yaşayan tuhaf Ademreliler ona parça parça farklı yollardan açıklamaya başlıyorlar. Ancak sırra ermek, bilgelik yolunda ilerlemek için, hala sabra, sebata ve en önemlisi de kendini tanımaya ihtiyacı var kahramanımızın. Önünde uzanan kilometrelerce yol, tanıması gereken onlarca insan…
Bu arada yeri gelmişken Kvothe’nin Ademre’ye yaptığı yolculukta karşımıza çıkan Ademre kültürünün romanda özel bir yeri olduğunu belirtmek isterim. Rothfuss’un hayali bir toplumu, diliyle, kültürüyle, inanışları ve felsefesiyle hayranlık uyandıracak bir şekilde yarattığını söylemeden geçmeyeyim. Sırf Ademreliler’in dünyası bile ayrı bir fantastik kurguya konu olacak yetkinlikte.
Sözün kısası “Bilge Adamın Korkusu”, son zamanlarda bu türde yayımlanan ve hayalkırıklığından başka bir şey vermeyen kitaplar düşünülürse, fantastik edebiyatseverler için beklenilenin de ötesinde bir eser.
Sinemaya uyarlanabilecek bir eser gibi geldi bana
Yeni yorum gönder