Kanon… Müphem bir sözcük… Jale Parla sorar: “Kanon, müzikte olduğu gibi aynının tekrarı mıdır, yoksa dini kanonlarda olduğu gibi benzerlerinin bulunup eski listelerin genişletilmesi midir, yoksa Toledo Kanonu’nun önerdiği gibi, eski anlatıların yeniden ve çağın gereklerine uygun olarak harmanlanması mıdır? Hangisi olursa olsun, sözcük, muhafazakarlık ve değişim arasındaki gerilimle yüklüdür.” Sözgelimi bir kanon olarak Don Kişot’a bakalım. Don Kişot bir edebiyat kanonu eleştirisidir. Bir kanonu eleştiren kanondur. Öyleyse sözcüğün içinde barındırdığı gerilimin hakkını, müphemliği imlediği eser bizzat kendisiyle vermektedir. Edebi bir paradokstan söz ediyoruz kısacası. Kendi içine kapanarak, git gide azalıp yok olan değil, değişen genişleyen ve bunu yaparken de sürekli surette köklerinden beslenen bir tür edebi süreç. 'Kökü mazide olan ati'yi anıştırır gibi. Ancak günümüze gelindiğinde sürecin karmaşası doruklara ulaşır. Merkezde duran ne, ya da bir merkezden söz etmek gerçekten mümkün mü? Öyleyse neye göre kanon, neye göre kanon değil. Edebiyatın üzerine topyekun düşen bir huzursuzluk, bir endişe gölgesidir kanon. Bir o kadar da eğlencelidir tabii. Nereden çıktı peki şimdi bu kanon tartışması? Elbette son günlerin en dikkat çekici çalışması olan Grafik Kanon'dan.
Kanon tartışmasını bir kenara bırakıp kitabın içeriğine şöyle bir göz attığımda, mest oluyorum tabii. Genç ve hevesli bir yayınevinin titiz zarafeti, aynı derecede genç, hevesli ve başarılı çevirmenler, ana akımın dışında kendine yer bulmuş çok önemli illüstratörler ve uygarlık tarihine damgasını vurmuş edebi anlatılar buluyorum Grafik Kanon'un sayfalarında. Üç cilt olarak tasarlanmış çalışmanın ilk cildi elimizdeki.
Her çizime geçmeden önce, sözkonusu eser, içeriği, yazarı hakkında kısa ama doyurucu açıklamalar, onu çizgiye döken sanatçıya dair de bilgiler veriliyor. Ardından da çizgi-hikaye geliyor. İnsanlığa yazıyı getirerek uygarlık tarihini başlatan Sümerliler’in Gılgamış’ıyla açılış yapıyor Grafik Kanon. Gılgamış günümüze ulaşan en eski destan, en eski edebi anlatı. Burada Gılgamış’ın Anatanrıça İştar’ın aşkını nasıl reddettiğinin çizgi-öyküsünü okuyoruz. Bu büyük, görkemli, karmaşık ve son derece eril anlatının ardından bir Kızılderili halk masalı geliyor. Doğanın bir parçası olan insan yıldızların oluşumuna dair, evrende durduğu yere dair nasıl bir hikaye anlatmıştır kendine? Kır Kurdu ile Çakıltaşları, buna cevap veriyor. Bu halk masalının ardından da sırasıyla İlyada, Odysseia, Sappho’nun şiirlerinden parçalar, Mahabharata, Don Kişot, Yitik Cennet, Candide, ve daha niceleri geliyor. Mevlana’nın yedi öğüdü, Bin Bir Gece Masalları’ndan iki masal, İnka ve Maya anlatıları da yer buluyor kendine. Bazıları daha önce yayımlanmış çizgi-hikayelerden alıntı, bazıları ise sadece bu seçki için hayata geçirilmiş. Ancak hepsinin ortak özelliği altın çağını yaşayan illüstrasyonun şahane örnekleri olmaları.
Çalışmanın editörü Russ Kick, çizerlerden kaynak materyale sadık kalmalarını ve olayları gelecekteymiş gibi yansıtmamalarını istemiş sadece. Kanon tartışması açısından da anlamlı bir tercih. Geçmişin inşası bugünü de, geleceğe dair fikirleri de barındırmıyor mu zaten içinde. Bugün kafamızı çevirip edebiyat kanonu olarak kabuledilegelen eserlere bakıp çağa dair bir kanon değilse de, bir kanon ruhu çıkarmak mümkün olabilir belki, şart mıdır, o da tartışılır tabii.
Yeni yorum gönder