Uzun bir tren yolculuğunun ardından Weimar’a ulaştığımda sadece yirmi bir yaşımdaydım. Genç yaşımda yapmak istediğim, Goethe’nin hayatının bir kısmını geçirdiği şehre gitmek ve kendime belki bir parça “ışık” bulmaktı. Tam olarak ne aradığımı bilmez halde şehre indiğimde 21 yıl önceydi ve internet yaygın değildi. İstasyon görevlisine en yakın gençlik evinin nerede olduğunu sordum. Germania ismindeki gençlik evinin tarifini aldıktan sonra kararmakta olan havada şehrin sokaklarında süzüldüm. Weimar, ertesi yıl Avrupa’nın kültür başkenti olacaktı ve şehir kocaman bir şantiyeyi andırıyordu. Gençlik evine gittiğimde, hayli cüz’i ibrahimizgi@gmail.com GÜNCEL HALİL İBRAHİM İZGİ olan kalma ücretini verip yatakhaneye çıktım. Odada Kölnlü bir çocuk ve bir Japon vardı. Kölnlü ile Almanca, Japon olanla İngilizce anlaşmak mümkün oldu. Kölnlü genç yan taraftaki kızların gürültücülüğünden şikâyetçiydi.
Berlin Duvarı yıkılalı henüz dokuz sene olmuştu ve bu arkadaşımız birleşen Almanya’nın görmediği parçalarını tamamlamaya çalışıyordu. Anlaşılır bir durumdu ama Japon’un burada ne işi vardı? Kısa sürede tanıştık ve kaynaştık. İsmi Shinichi Naito’ydu. Dünya turuna çıkmış genç bir Japon’du. Hayır, öğrenci değildi. Sadece matbaa işçisi olarak biriktirdiği parayı cebine koymuş ve içinde yaşadığımız bu tuhaf dünyanın kaç bucak olduğunu anlamaya çalışıyordu. Elindeki kitap Japoncaydı, anlamam mümkün değildi tabii olarak. Bana Goethe’nin kitaplarından biri olduğunu söyledi. Zihnim yanıltmıyorsa, Doğu-Batı Divanı’ydı. Kitaptan neler anladığını sordum ama aklımda fazlaca kalmayan birkaç cevap verdi. Karnım kurt gibi açtı ve doyurmak için bir pizzacıya gittik. Shinichi’nin karnı aç değildi ama beni yalnız bırakmak istememişti.
Gençlik evinde sadece kahvaltı verildiği için pizzacıya gitmek en makul çözümdü. Akşam iyice çökmüştü ve parmak arası terlikleriyle kış gününde benimle birlikte yürüyordu. Aldığım pizzadan ikram etmek istedim ama gülerek teşekkür etti. Hayatımda yakından tanıdığım ilk Japondu ve tuhaf bir şekilde ikimizi bir araya Goethe getirmişti.
Gençlik evine döndüğümüzde birbirimizle para değiş tokuşu yaptık. Japon yeniyle de ilk defa orada tanışmış oldum. Gençlik evine girmek için en fazla 26 yaşında olmanız gerekiyordu. Shinichi teknik olarak o yaşın altında olmalıydı. Ertesi sabah çok erken saatlerde kahvaltımızı yapıp Weimar sokaklarına attık kendimizi. Goethe’nin son nefesini verdiği yatağı, Schiller’le heykelini birlikte ziyaret ettik, sonra yollarımız ayrıldı. Uzun bir tren yolculuğunun ardından kişisel tarihimin sayfaları arasına girdi.
Otobiyografik çağrışımlar
Geçen hafta sonu Turkuvaz Kitap’tan henüz çıkan Kasiyer kitabını okumaya başladığımda Shinichi’yle konuştuğumu hissettim. Sayaka Murata’nın yazdığı Kasiyer, 18 yaşından itibaren 18 yıldır bir markette yarı zamanlı kasiyerlik yapan bir kadının hikâyesini anlatıyor.
Sıradanlığın içinde sistemle kavgası olmayan sıradan bir hikâye olarak başlayan macera katmanlar halinde içine aldı beni. Kasiyer Keiko, bana adeta Shinichi’nin anlatmadığı hikâyenin detaylarını aktarıyordu. Tüm detaylarıyla, hemen hemen hiçbir sansüre tabi tutmadan bir itirafname gibiydi.
Yazarlığın yanında kasiyerlik de yaptığına göre otobiyografik çağrışımlar içermesi kaçınılmazdı ve kasada Meiji restorasyonundan bugüne Japonya’nın geçirdiği evrimin Z raporu çıkıyordu. Kapitalizmin kabaca insanı hapsettiği şatafatlı akvaryumlar da diyebilirsiniz, ilerlemeci modernizmin ürettiği hava yastıkları da. 126 sayfalık uzun bir öykü ancak sınırlarını bilerek görevini yapmış olabilir. Murata da tastamam bunu yapmış. Teknoloji katmanını sıyırınca altında görünen insanlığın ta kendisi. Statü endişesi, hayatın ritmine ayak uydurma çabası ve elbette delirmemek için kendini nehrin akışına bırakan modern insan.
Şefkatli bir ayna
Kasiyer Keiko, sadece şahit olduklarını serinkanlı bir bakışla aktarmakla yetinmiyor. Aynı zamanda hepimizin hayatına ayna tutuyor. Geçip giden günlerin içinde geride kalanları gösteriyor. Japon toplumunun minimal halini yansıtan kitap duru bir Türkçeyle okurlarla buluşuyor ve sözü uzatmadan meramını ifade ediyor. Makineleşmenin insanın omzuna yüklediği dertlerin devasının sisteme yürekten biat etmek olduğunu da sarsıcı bir şekilde ifade ediyor.
“Bir şey tuhafsa” diyor Kasiyer’de, “insanlar çamurlu ayaklarıyla girip o tuhaflığın nedenini çözme hakkını kendinde buluyor. Bu beni fazlasıyla rahatsız ediyor; sinir bozucu, küstahlıktan başka bir şey değil.”
Shinichi acaba bu kitabı okumuş mudur? Okuduysa o da 21 yıl öncesine bir yolculuk yapmış mıdır? Belki bu kitabın Japoncasını basan matbaada çalışıyordur, bilemeyeceğim. Kasiyer’in onunla kısa süren kısmen tuhaf arkadaşlığımızın posta idaresinden gönderilmiş bir mektup olduğunu düşünüyorum. Sayaka Murata, sadece yarı zamanlı bir hayat hikâyesini anlatmakla kalmamış, kendisini görme şansından mahrum kalmış sistem dişlileri olan bizlere de şefkatini esirgemediği bir ayna hediye etmiş. Oraya baktığımda Weimar sokaklarında birlikte yürüdüğümüz Japon arkadaşımızla Goethe’nin şehrinde gerçekte ne aradığımızı anlamış oldum. Kendimizi arıyorduk ve onu birbirimizin yüzünde bulduk. Edebiyat, başka nedir ki zaten? .
Yeni yorum gönder