Altı ayda sadece tek bir geminin geçtiği bir nehrin üzerindeki köprüde, tek işi o gemiye yol vermek olan bir bekçi... İnsansız, büyüleyici bir doğanın içinde, aylarca hiç konuşmadan, sadece okuyarak, yazarak yaşayan; yalnız bir romancı imgesi… Benim hayatımda ilk karşılaştığım yazardı Sadık Yemni. Bundan yıllar yıllar öncesinde, henüz bir lise öğrencisiyken gittiğim kitap fuarında tesadüfen söyleşisine katılmış, anlattıklarından büyülenmiştim. Bu tuhaf tesadüften midir bilmem, hâlâ düşünüp dururum kendi kendime; fanteziye, gizeme, polisiye edebiyatına bunca tutkunluğum ve doğanın içinde yalnız kalarak yazma gayretim? Yemni bilse bana eminim söylerdi, sırları açarken başka gizemlere giden yolu gösterirdi...
Evet, Sadık Yemni’yi Muska, Yatır, Amsterdam’ın Gülü’yle tanımıştık hepimiz. Capcanlı dilini, anlattığı günden ve zamandan koparmadan gerçeğin içinden çıkarıyor, tekinsizin, tuhafın, olağanüstünün alanına zarifçe süzülüyor, hakikat ve hayal arasında düşündürücü, etkileyici bir ağ dokuyordu. Zamanla kalemi fantastikten polisiyeye kaydı, bir yazar olarak polisiye verimleri çoğaldı. Şimdi yine bir polisiyeyle karşımızda: Kayıp Kedi, Yemni’nin son romanı.
Kayıp Kedi bir polisiye, daha doğrusu ülkemizde örnekleri ender görülen bir siyasi polisiye. Kendi adıma, siyasi alanı bunca kaygan, bunca kaypak bizim gibi coğrafyalarda siyasi polisiye yazmanın ne güç bir iş olduğunu tahmin ederim. Baştan söyleyeyim, Yemni bu güç işe hiç zorlanmadan dalmış, kendi siyasi önermelerini de hikayeye ustalıkla yedirmiş. Siyasi önermelerine katılmak konusuna gelince, işte onu tartışmaktan bitap düşebileceğimizi garanti edebilirim. Ama öncelikle Kayıp Kedi’nin hikayesine geçelim.
Çok karakterli bir roman
Genç bir kadın cinayetiyle başlıyor Kayıp Kedi ve bu cinayet üzerinde şekilleniyor. Yemni’nin yazı evreninin mekanı İzmir’dir. Hikayemiz de yine İzmir’de geçiyor elbette. İşin içinde İstanbullular, Ankaralılar, Avrupalılar, Türkiye’nin farklı coğrafyalarında doğup büyümüş insanlar var ama kesiştikleri yer İzmir. Sıcak bir İzmir gününe, çok yakın bir arkadaşının, hem dostu hem de kiracısı olan Meral’in cesedini bularak başlıyor kahramanımız Deniz. Orta yaşa gelmiş, iyi bir çevirmen, kedisever, yogasever, orta halli, duyarlı, hoş, tam bir İzmir kadını. Meral’le olan tanışıklığı onu polisiye bir maceranın içine sürüklüyor. Daha doğrusu kendi canını korumaya çalıştığı bir vahşetin içine. Meral’in gönül ilişkileri onu bir şekilde devlet içindeki “paralel yapı”nın hedefi haline getirmiş. Dolayısıyla şimdi Deniz de bu yapılanmanın hedefinde. Yazara göre hükümetin “paralel yapı”ya karşı açtığı savaş bir parça göstermelik, artık iyice ortaya çıkan yapıyı görünürde yok etmeye çalışıyorlar ama işin özünde, daha derinde bir yerlerde, onu yaşatmak amaçları. İşin içinde olanlar, yani dini inançtan yola çıkarak sonsuz zenginliğin yolunu bulanların vicdanları en temel düzeyde rahatsız, dolayısıyla Deniz’in hayatını korumaktaki en büyük şansı bu rahatsız vicdanlar. Kendi şebekesine savaş açan İslamcı zengin Behdi Ülger, işte bu nedenle hikayemizin baş kahramanlarından bir diğeri. Onu, yaşadığı iç çatışmalar ve hayatta edindiği güç kahramanlaştırıyor. Bir diğer önemli kahramanımızsa Emre Tuğrul. MİT için çalışan, teknolojiye hâkim, zeki bir ajan. Emre Tuğrul’un sağduyusu, yeteneği onu klasik bir polisiye kahramanı yapıyor. Ama bir şekilde tutturduğu doğru yol, bir anlamda yazarın düşüncesinin doğrultusunda hareket etmesi, içsel çatışmasızlığı, kahramanlığını ve hikayeyi zayıflatan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Özdeşim kuracağımız en önemli kahramanlardan biri olduğu için Emre Tuğrul, devletin içinde var olma özelliğiyle de bizi kendisinden uzaklaştırıyor.
Kayıp Kedi çok karakterli bir roman. Yemni kahramanlarını olay içinde, hal ve tutumlarıyla, onlar hakkında verdiği kısa ama doyurucu bilgilerle capcanlı çizmeyi başarıyor. Dolayısıyla kim neydi diyerek sıkıntılanmadan kendinizi hikayenin akışına bırakabiliyorsunuz, diyebilirim. Hikaye de baş döndürücü bir hızla, iyi bir akıcılıkla ilerliyor, okurunu merak uyandıran sona taşıyor.
Gelelim, en başta sözünü ettiğimiz siyasi önermeye. Kayıp Kedi, Türkiye’deki “paralel yapılanma”yı konu edinmesi bakımından ilk polisiye örnek. Sadık Yemni bunun içinden, hükümet, muhalefet, derin devlet üçgeninden, yepyeni bir sağ ve sol önermesi de çıkarıyor. Alegorik olarak, teknoloji yardımıyla her şeyi görmek ve duymak isteyen daha maddeci, kendiyle çatışan bir İslamcı sağ gösterirken; maddi dünyayı kullanımda bir sınırın bulunduğu, maneviyatı boşlamayan Anadolu merkezli bir sol ideali kurguluyor kahramanları aracılığıyla. “Çok ideal bir söylem biliyorum. Saf bir yanı da var belki. Özellikle bu konjonktürde. Süleyman Tapınağı’nı üçüncü kez inşa ederek Armageddon’u başlatma, tanrıyı kıyamete zorlayarak The Mehdi’ye davetiye çıkarma fikrinden çok daha olgun, gerçekçi ve insansever bir fikir ama.” Dediğim gibi tartışmalı bir siyasi önerme bu. Kabul edip etmemeyi bir kenara bırakırsak eğer, elimizde Türkçe edebiyatta nadir bulunan bir siyasi polisiyeyi okuma fırsatı kalıyor. Karar her zamanki gibi okurun...
* Görsel: Kaan Bağcı
Yeni yorum gönder