Sessizliğin üç türüyle başlayan uzun, çok uzun bir hikaye... Rüzgarın, müziğin ve ateşin eksikliğinden kaynaklanan sessizlikle başlayıp giderek tüm bunların sesine kulak veren bir hikaye; sessizliği seslendirmeye, sessizliği anlamlandırmaya çalışan… “Rüzgarın Adı”: Genç, tanınmamış bir yazarın kaleminden çıkma yeni bir fantastik serinin ilk kitabı.
Yayımlanmak için yıllarca bekleyen ancak yayımlandıktan hemen sonra New York Times başta olmak üzere çoksatar listelerinin tepesine yerleşen bu fantastik serinin yazarı Patrick Rothfuss. Kahramanı ise Kvothe. Kansız Kvothe, Kralkatili, Kırık Ağaç, Gökgürültüsü, Hafifparmak ve daha niceleri onun ismi. Çünkü o bir efsane. Ona verilen isimlerinden de çok hakkında anlatılan öyküleri var. Kimileri gerçek kimileri yalan, kimileri yetersiz kimileri bir efsaneye yakışır şekilde olan biteni fazla abartan… Patrick Rotfuss, ona şöhret getiren bu ilk çalışmasında Dune serisiyle Mesih düşüncesini, Mesih mitini inceleyen Frank Herbert misali, efsane dediğimiz şeyin yaratılış sürecine ve yaşayışına odaklanıyor. Ve fantastik edebiyatın ana izleklerinden biri olan “kahramanın yolculuğu” izleğinde giderken, kahramanlık öyküleriyle gerçek hayat arasındaki o ince çizgide yürüyor.
Kvothe’u, ıssız bir kasabanın daha da ıssız bir hanını işletirken tanıyoruz; dünya işlerinden elini eteğini çekmiş ilginç bir hancı olarak. Kısa süre içinde de onun izini bulup gelen bir tarihçiyi karşısına alıp baştan sona efsanevi hayat hikayesini anlatmaya başlıyor. Efsaneyi, efsanenin bizzat kendisinden dinliyoruz roman boyunca. Patrick Rothfuss, hikayesini tek bir ağızdan, kahramanının bakış açısından anlatıyor ancak olay örgüsünü Bin Bir Gece Masalları’yla andığımız daha doğulu bir tarzda, birbirinin içinden geçen öyküler şeklinde kurgulamış. Dolayısıyla kahramanımızın anlattığı hikayede pek çok karakter ve birbirini zenginleştiren pek çok farklı öykü var.
Kvothe, farklı bir fantastik karakter. Gezici bir kumpanya içinde doğmuş, müzisyen, oyuncu ve büyücü. Alışkın olduğumuzun aksine müzisyenliğinin de, oyunculuğunun da ve hatta büyücülüğünün de ayrıntılarını verebiliyor. Büyüyü, Ursula Le Guin’in de Yerdeniz serisinde yaptığına benzer bir şekilde, bilimsel bir bağlamda bizlere aktarıyor: Kendi vücut ısısını kullanarak bir mumu ve bir öğretmeninin bacağını nasıl yaktığını, rüzgarı çağırmaya çalışırken nasıl yanlış yaptığını ve harç olmadan iki tuğlayı birbirine ne şekilde bağladığını… Zira bin bir emekle girmeyi başardığı Üniversite’de bütün bunlar öğretilebilir şeyler ve başını rahatlıkla belaya sokmasını sağlayan.
Onun başını belaya sokan şey, sadece büyü değil elbette. Rothfuss “efsane”yi kurcalarken, efsane dediğimiz şeyin içinde başarıyla başarısızlığın, şansla talihsizliğin kolkola gezdiğinin fazlasıyla bilincinde. Kvothe da buna paralel olarak, olağanüstü zekasının kimi zaman hayatını dilenciliğe kadar gerileten, kimi zamansa bir yıldız gibi parlamasına yola açan etkisinin farkında. Üstelik yazarı gibi gerçek hayatla hikayeler arasındaki farkı dile getirecek kadar da samimi.
Gezici bir kumpanya sahibi olan annesiyle babasını dramatik bir şekilde kaybeden, bu kaybedişte tüm hayatına damgasını vuracak olan düşmanını bulan kahramanımız, o büyük yolculuğuna incinmiş, intikam ateşiyle dolu ve yapayalnız bir şekilde başlıyor. Kısa sürede bir trajediye dönüşen hayatı, Üniversite’ye alınması, bir müzisyen olarak kendini kanıtlaması ve hayatının aşkını bulmasıyla ivme kazanıyor. Ancak bütün bunların hiçbiri onun için yeterli değil. Zira intikamını alması ve rüzgarı çağırmayı öğrenebilmesi ve hatta kralkatili olabilmesi için daha önünde uzun bir hayat var. “Kralkatili Günceleri” olarak geçen serinin bu ilk kitabının 700 sayfadan fazla olması boşuna değil.
“Rüzgarın Adı”, kurgusu, edebi anlamda son derece zengin dili, uzunluğuna rağmen keyifli akıcılığıyla fantastik okurları son derece tatmin edecek bir roman. Canavarlardan, türlü çeşit yaratıklardan ve kahraman çeşitliliğinden hoşlanmadıkları için fantastik serilerden uzak duran okurlara ise farklı bağlamda seslenebilecek bir çalışma. Bu anlamda da haftanın en şahane kitabı.
Le Guin'in Yerdeniz serisi fantastiktir, Mülksüzler ise bilimkurgu... Kaba taslak değerlendirmek bu kadar kolay, ancak sadece öyle mi? Yerdeniz dizisinde büyü teknikleri verir Le Guin, kurduğu dünyada büyü bir çeşit ilimdir. Tepki vermeden bir saniye olsun düşünebilsek keşke...
"Ursula Le Guin’in de Yerdeniz serisinde yaptığına benzer bir şekilde, bilimsel bir bağlamda bizlere aktarıyor" bilimsel bağlam mı? Ursula Le Guin'in Yerdeniz serisini okuduğunuzdan emin misiniz siz?
Yazınızı göndermeden önce,"Ben ne yazmışım acaba?" diyerek bir göz gezdirme fırsatınız olmadı mı acaba? Daha doğru düzgün cümle kuramaz, atıp tuttuğu edebiyat türünün inceliklerini bilmez. Uzun zamandır okuduğum en kötü yazı.
"Zira bin bir emekle girmeyi başardığı Üniversite’de bütün bunlar öğretilebilir şeyler ve başını rahatlıkla belaya sokmasını sağlayan."
Bu cümle kulağımı fena halde tırmaladı.
Yeni yorum gönder