Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Kendi hayatının dedektifi Kati




Toplam oy: 1629
Esmahan Akyol
Mephisto Kitaplığı

Türk polisiye edebiyatının yüz akı, biricik kadın dedektifimiz Kati Hirşel, yeni macerasıyla huzurlarımızda: Tango İstanbul. Esmahan Aykol’dan, türün hakkını veren, sağlam kurgulu, hareketli, akıcı, neşeli, bir o kadar gerçekçi ve kesinlikle siyasi bir polisiye okuyacağız demek anlamına geliyor bu.  Kitapçı Dükkanı, Kelepir Ev ve Şüpheli Bir Ölüm'ün ardından eminiz buna ya Esmahan Aykol, bizi yine yanıltmıyor. Ve son dönem Türkiyesinin çetelerden, dinlenme paranoyalarından, cemaatçi yapılanmalarından, içi boşalmış medya patronlarından mürekkep bir hikayenin içine çekiyor. En mühimi de Türkiye’de “yabancılık”, “ötekilik” algısı üzerine düşüyor, düşündürüyor. 

 

 

 

 

 

Kuledibi’nde polisiye kitaplar satmaya, polisiye romanlar okumaya devam ediyor Kati ve burnunun dibine yine şahane bir hikaye geliyor. Bilenler bilirler, Kati yine aynı Kati. Meraklı komşu teyze Mrs. Marple havasında olaya bodoslama dalıveriyor. Tek dayanağı başlangıçta hep olduğu gibi sezgileri, altıncı hissi... Altıncı his demişken hikayemizin bir falcı sahnesiyle açılması da oldukça manidar. Kati ve ev arkadaşı Fofo’nun, Firuzağa’da bir falcıya gidip genç bir kadının öleceğini gören falcının evinden apartopar ayrılmalarının hemen ardından olaylar hızla gelişmeye başlıyor. Falcıdan çıktıktan sonra kitapçıda çalışan Pelin’in arkadaşlarından birinin tuhaf bir şekilde rahatsızlanarak Taksim İlkyardım’a kaldırıldığını öğreniyor kahramanımız. Yoğun bakımdaki bu genç kadının, faldaki genç kadınla aynı insan olabileceği düşüncesiyle, biraz da boşluktan, olayı kurcalamaya başlıyor Kati.

 

 

Birkaç ay önce çalıştığı gazeteden atılmış, kendini romanını bitirmeye adamış yalnız bir genç kadın Nil. Ancak İstanbul’un en lüks yerinde tasarım mobilyalarla ve sanat eserleriyle dolu bir evi var. Kati ister istemez soracak tabii kendine, bu işte bir tuhaflık yok mu diye. Soruyor da ve bu soru etrafında dolanmaya başlıyor. Nil’in ailesi tarafından reddedilmesine yol açan bir roman yazması, bu romanın bilgisayar kayıtlarından şüpheli bir şekilde silinmesi, hikayenin çetrefilleşmesine yol açıyor.   

 

 

 

 

 

Nil’in, Cumhuriyet’in tango gecelerinde tanışıp daha sonra Arjantin’e yerleşen Eleni ile Naci’nin hikayesini yazdığını,  bu birbirine aşık çift üzerinden diaspora insanlarını anlattığını öğreniyoruz. Böyle bir hikaye kimi rahatsız eder ki? Evine sırf Afrikalı  diye hizmetçi almayanların, Hrant Dink’i Ermeni diye öldürenlerin ülkesinde bir Rum’a aşık olmak doğal olarak utanç verici. Bir Alman olarak İstanbul’da yaşayan Kati’in bu yabancılık durumuna kaygısız kalması, bu hikayeyi hakkaniyetle çözmemesi mümkün değil. Öyle de oluyor, geriye kahramanımızın bile ulaşamayacağı cevapların soruları kalıyor tabii.

 

 

Tango İstanbul'u okurken Kati Hirşel’i bize bu kadar sevdirenin ne olduğunu da buldum bu arada… “Üzerine vazife olmayan işlere burnunu sokma” düsturuyla yetişmiş bir toplumun içinde Kati bize kendi kendimizin dedektifi olabileceğimizi, Holmesvari muhteşem analiz tekniklerine ve karizmaya sahip olamasak da sağduyulu bir gözlemle etrafımızda olan bitene dair duyarlık geliştirebileceğimizi, hayatın tıpkı romanlardaki gibi olağanüstü, politik ve aynı zamanda eğlenceli de olduğunu gösteriyor. Daha ne yapsın!?

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.