Küçük çocuk... Küçük çocuk insanın içinde yaşayan sihirbaz, küçük çocuk insanın içinde yaşayan uslanmaz, küçük çocuk insanın içindeki o oyuncu saf kötülük… Gerçek ve bir o kadar olağanüstü… Küçük çocuk, yetişkin olduktan sonra sanırız ki bir başkasıdır; sanırız ki biz olmayan, ben olmayan her şeydir. Ancak fena halde yanılırız… Korku edebiyatının sıra dışı isimlerinden Jonathan Carroll bu körü körüne yanılmanın romanını yazıyor Gölgemizin Sesi'nde. Çocukluğun tüm o tekinsiz gölgelerinin içine girip çıkıyor, yüzümüze doğru, gözümüzün içine baka baka vahşi bir kahkaha atıyor. Ve aslında bu tür bir hikayede geçebilecek korku öğelerine neredeyse hiç yer vermeden, korkutuyor. Çünkü bir yazar olarak en büyük korkumuzun sadece ve sadece kendimizle karşılaşmak, içimizdeki doğal yokediciyle karşılaşmak olduğunu pekala biliyor…
Dünya Fantazya Ödülü, İngiliz Fantazya Ödülü, Bram Stoker ve Pushcart gibi pek çok edebiyat ödülünün sahibi Jonathan Carroll. Amerikalı yazar okuma yıllarının hemen ardından yaşamaya seçtiği Viyana’ya götürüyor bizi Gölgemizin Sesi ile. Viyana’nın tarihin içinde yaşayan, soğuk, karlı ve büyüleyici atmosferine körleştirici bir aşkı katarak etkileyici bir korku hikayesi örüyor. Kahramanımız Joey Lennox, Amerikalı orta sınıf bir ailenin küçük oğlu. O, uslu, saf ve silik olan. Ağabeyi Ross ise deyim yerindeyse küçük bir şeytan. Çocukların yetişkinler tarafından anlaşılamayan ya da hoş görülen türlü çeşit entrikalarının, zalimliklerinin, işkencelerinin kralı. Dolayısıyla ailesinin onunla başı dertte gibi. Ama asıl kurban Joe. Hem fiziksel hem de ruhsal işkencelerinden bolca nasibini alıyor ağabeyinin. Ta ki Ross’un ölümüne istemeden de olsa sebep olana dek.
Görünüşte olmasa da (okulunu bitiriyor, bir yazar oluyor ve normal bir hayata devam ediyor), ruhsal olarak büyük bir değişim demek elbette ki bu Joe için. Önce ağabeyi ve onun gibilerin takıldığı küçük gençlik çetelerini anlattığı öyküsü oyunlaştırılıp çok meşhur oluyor. Sonrasında ise tüm bütün bunlardan kaçmak için Viyana’ya sığınıyor. Viyana demek kısa süre içinde bu şehirde tanıştığı olağanüstü bir çift demek haline geliyor Joe için. Paul ve İndia Tate çiftinin adeta müptelası oluyor. Entelektüel, akıllı, zarif ve çok eğlenceliler… Joe’nun İndia’ya aşık olması çok uzun sürmüyor elbette ve Paul’ün de bunu keşfetmesi… Tek sorun bir gün hiç beklenmedik bir anda Paul’ün ölüvermesi. En fenası da yasak aşıkların hayatlarını zehir etmek için geri gelmesi…
Joey için hayat bu noktadan sonra ölümcül derecede sinir bozucu oyundan başka bir şey değil. Yanan kuşlar, vahşileşen köpekler, olmadık zamanlarda gelen tehditkar mesajlar ve ölüp ölüp dirilen sevgili sinir bozucu dostu Paul. Ancak bu karşılıksız oyun içinde yapabileceği, yapması gereken çok önemli bir şey var: Karanlık geçmişine, yani içine tarafsız olarak
bakabilmek, üzerine itinayla bir perde çektiği ağabeyi Ross’un ölümünü tüm çıplaklığıyla yeniden değerlendirmek, İndia’ya karşı gerçek ve temiz bir aşk duyup duymadığını anlayabilmek. Ve zorunlu New York ikameti sırasında beklenmedik bir şekilde karşısına çıkan Karen ile yasak aşkı İndia arasında sağlıklı bir seçim yapabilmek.
Ross, İndia, Paul ve Karen. Kim bu insanlar? Hayatın tesadüfleri sonucu kahramanımızın karşısına mı çıktılar? Ya tesadüf diye bir şey yoksa? Ya, hepsi birden Joe’nun bir parçasıysa, bilinçaltının çeşitlemeleri ya da ayrı ayrı düzenlenmiş küçük bir oyunun oyuncuları? Cevabı söyleyip, hikayenin tadını kaçırmak istemem. Ancak romanın temel sorularından birinin bu
karakterlerin gerçekte kim oldukları ve neye hizmet ettikleri düşüncesi üzerine sorulduğunu söyleyebilirim.
Jonathan Carroll, Gölgemizin Sesi'nde gerçekte olağanüstü olanın insanın içindeki karanlık olduğunu ima ediyor sanki bize, daha doğrusu insanın içindeki karanlığı fark edip onunla yüzleşmesinin serüveninin hikaye değerini vurguluyor. Bunu da oldukça sade bir dil ve anlatım biçimiyle okuruna aktarmayı başarıyor. Üstelik diyebilirim ki, Jonathan Carroll’ın son derece eğlenceli bir üslubu da var. Komiklik ile tüyler ürperticilik arsında bir ip cambazı gibi gidip gidip geldikçe, okurların da yüreği hop ediyor. Kısacası son derece farklı bir tarzda korku edebiyatının hakkını veriyor. Yazarı tanımak için iyi bir fırsat.
Yeni yorum gönder