Henry Miller, malumunuz, bir başka adam... Evet, o sıra dışı yaşamıyla, sanatla ve sanat camiasıyla kurduğu farklı ilişkilerle bir başka... Bir başka, çünkü yaşamı sanata, tüm hayatını bir büyük romana çevirirken, romanın da sanatın da içine tükürmeyi başarmış. Ama en çok içindeki o koca umutsuzu, o inançsız adamı, zamanla daha da büyüyen yarayı büyük bir içtenlikle gösterebildiği, herkese göstermeyi başardığı için bir başka... Miller’ı her şey bir yana, acaba aşka aşık, kadınlara delicesine tutkun bir budala olduğu için mi severiz yoksa bu budalayı cesurca açık ettiği için mi? Sanırım her ikisi birden.
Genel bir eğilim olarak yüzleşme hikayelerini seviyoruz; cinsiyet ayrımcılığıyla, göçle, çokkültürlülükle, yersizyurtsuzlaşmayla, vs., yüzleşmek önemli çağın insanı için, ama bir bütün olarak benlikle yüzleşmek ya da yüzleşenlere kulak vermek, işte bu hala çok zor. Henry Miller’ın Türkçe çevirisi topu topu 44 sayfa tutan eseri “Uykusuzluk” işte bu zorlu görevi istençdışı biçimde yerine getiriyor: Aşktan yola çıkarak yetmiş beşini devirmiş bir yazarın kendisiyle yüzleşmesine dönüşüp nihayetinde yine aşka varıyor. Hikayeyi aslında birçoğumuz biliriz.(Bakınız, Aşk Mektupları) Henry Miller yetmiş beş yaşında barda şarkıcılık yapan Japon kızı Hoki Tokuda’ya körkütük aşık olmuştur. Bir süre Tokuda’nın peşinden koştuktan sonra, dünya çapında bir sansasyona neden olarak, vuslata erer ve seksen dokuz yaşında ölene dek genç karısıyla birlikte olur.
“Uykusuzluk”a konu olan, Miller’ın yaşamındaki bu son büyük aşkı değerlendirmeden evvel, yazarın gençlik ve olgunluk dönemindeki ilişkilerini ve aşklarını hatırlamakta fayda var. New York doğumlu Miller Brodway sokaklarının çocuğudur. Ailesinin salık verdiği, çalışarak saygıdeğer bir yaşam kurma, tavsiyesini çok erken yaşlarda reddederek eğitimini yarım bırakmış, hiçbir işte uzun süre kalamamış, yayımlanmayan ilk romanını yazmasının ardından karısını boşayarak bir Broadway müzikholünde dansözlük yapan June Smith’le evlenmiştir. June’la birlikte yaşadıkları Paris günlerinde hayatlarına giren Anais Nin, hem Miller’in başyapıtı sayılan Yengeç Dönencesi’nin yayımlanmasını sağlamıştır hem de Miller-June ve kendi arasında geçen ayrıksı üçlü ilişkiyi anılarına taşıyarak Miller’ın sansasyonel hayatının önemli bir basamağını oluşturmuştur. Bu noktada Nin’in güncesinden Philip Kaufmann tarafından uyarlanan “Henry ve June” filmini de hatırlatmadan geçmeyeyim.
Yengeç Dönencesi yayımlanmıştır yayımlanmasına ama hemen yasaklanmıştır. 1930’larda yazılan kitap alışılmadık cinsel öğeler taşıdığı için 1961 yılına kadar yasaklı kalmıştır. “Kitap değil bu. Karalama, iftira, haysiyete yapılmış bir saldırı. Kitap değil, sözcüğün alışılmış anlamında. Hayır, uzun bir hakaret bu, Sanat’ın yüzüne tükürülmüş bir balgam; Tanrı’nın, İnsan’ın, Kader’in, Zaman’ın, Aşk’ın, Güzelliğin ve daha ne isterseniz onun kıçına atılmış bir tekme. Şarkı söyleyeceğim sizin için; biraz makamsız belki ama, söyleyeceğim. Siz nalları dikerken ben şarkı söyleyeceğim, dans edeceğim iğrenç cesetleriniz üstünde...” Diye başlayan Miller’ın tüm şarkıları, insan benliğini alaycı ve dokunaklı bir üslupla taciz eder aslında, söz konusu eserinin ve diğer tüm eserlerinin içindeki alışılmadık cinsel öğeler ise solda sıfır kalır...
Tarihler 1940’lı yılları gösterdiğinde Miller Amerika’ya geri döner. 44 yılında da Kaliforniya’daki, adıyla özdeşleşecek Big Sur kasabasına yerleşir.(Bakınız; Big Sur ve Hieronymus Bosch’un Portakalları) Bu arada üçüncü evliğini de yapar. 60’lar, dönemin eğilimlerinin tam tersi bir etkiyle Henry Miller’ın dilinin yumuşadığı zamanlardır. Kim bilir, üçüncünün hemen ardından dördüncü karısını da boşamasının bunda bir etkisi vardır.
Gelelim yazarın 1970 yılında tanıştığı beşinci karısı Hoki Tokuda’ya ve “Uykusuzluk”a. Miller’ın okurlarına gösterdiği en önemli şeylerden biri, hayatına giren onlarca kadının ve dört evliliğin ardından insanın hala bir aşk acemisi olabileceği, aşkta hatalardan ders almak diye bir şeyinse olmayacağıdır. Miller, pekala da farkındadır Hoki’nin aslında o kadar ahım şahım bir kadın olmadığının. Her gece söylediği sığ aşk şarkıları, o ucuz bar ortamı, Hoki’nin bayıldığı sıkıcı mahjong saatleri, Japon dilinin ve kültürünün anlaşılamazlığı... Ancak aşıktır işte ve bu aşk uğruna kendini heba etmekten başka yapacak bir şeyi de yoktur.
“Aşka inanabilsen, onun gereklerini yerine getirebilsen mükemmel olur. Yalnızca bir ahmak, katıksız bir aptal becerebilir bunu. Bir tek o özgürdür derinliklere inmeye ve göklerde fink atmaya.” Böyle bitirir “Uykusuzluk”u Henry Miller. Bir ahmağa özenen yaralı bilincinin ancak ve ancak aşk aracılığıyla bu hale bir nebze de olsa yaklaşabileceğinin farkına varır, farkına vardırır...
“Uykusuzluk”, özenli çevirisi, ciltli baskısı ve çevirmeninin kaleme aldığı Henry Miller’ın derli toplu yaşamöyküsüyle de şahane bir kitap.
Yeni yorum gönder