Yukio Mişima, çağdaş Japon ve dünya edebiyatının kült ismi. Modern romanın dikkat çeken isimlerinden biri olması dolayısıyla, modernizmle biçimde başıhoş, içerikle ise kavgalı yazarı... Üstelik yaşamı ve yapıtlarıyla olduğu kadar trajik ölümüyle de dikkat çekici, esinlerle dolu... Marguerite Yourcenar ve Henry Miller’in kitaplarına konu olacak bir intiharla yaşamına son veren Mişima’nın otobiyografik öğeler içeren “Bir Maskenin İtirafları” adlı romanı öncelikle yazarın ayrıksı yaşamını bir nebze de olsa aydınlatması bakımından okuru kendine çekiyor; romanın temelinde yatan kışkırtıcı modernizm eleştirisi ise eserin yazarına getirdiği büyük ünün bir sağlaması gibi...
Bir samuray ailesinin oğlu olarak dünyaya gelmiş, babaannesinin denetiminde bir kız çocuk gibi yetiştirilmiş, Tokyo İmparatorluk Üniversitesini bitirmiş, kısa bir süre maliye bakanlığında memurluk yapmış Yukio Mişima. 40 roman, 74 hikaye, 33 oyun, bir seyahat kitabı, sayısız makale ve şiir, yönetip oynadığı sayısı bilinmeyen farklı uzunlukta filmler ve 3 kez Nobel Edebiyat Ödülü adaylığı… Kendisi henüz hayattayken hemen hemen bütün önemli eserleri pek çok dile çevrilmiş, yazdığı modern kabuki ve no oyunları dünya kültür başkentlerinde sahneye konulmuş... Sinema, tiyatro ve hatta senfoni orkestrası yönetmiş, fotomodellik ve oyunculuk yapmış, kendi evi de dahil olmak üzere çeşitli mimari tasarımlara imza atmış... İyi bir uzakdoğu dövüş ustası ve kılıç kullanıcısı olmuş, kendi özel ordusunu kurmuş ve bu orduyla kışla basıp herkesin gözü önünde harakiri yaparak hayatına son vermiş... Üstüne üstlük kılıç arkadaşlarından biri samuray geleneklerine uyarak intiharının hemen ardından başını gövdesinden ayırmış... 44 yıllık kısa yaşamına sığdırmadığı pek bir şey kalmamış sözün kısası. Hem eşcinsel hem de Japon geleneklerine bağlı bir muhafazakar olması da cabası.
İşte “Bir Maskenin İtirafları” böylesi büyük çelişkiler içinde geçen, tepeden tırnağa yaratıcı bir yaşamın nasıl teşekkül ettiğini anlatması açısından çok ilgi çekici bir roman. Gelenekçiliğinde dünyanın bütün halklarından daha fazla direnen Japon toplumunun modernizme karşı kırılmaya başladığı noktada yaşayan bu yazarın itiraflarında gün geçtikçe daha da yozlaşan ve etkisi toplum üzerinde daha da çarpıklaşan eril bilincin, ataerkinin dramatik çıkışsızlığı yatar. Gelenekçi ve zengin bir ailenin oğlu olduğu için toplumsal hayattaki bütün kapıların önünde açıldığı, buna karşın olmayan erkekliğini hep ön planda tutmaya çalıştığı, cinsel farklılığını bir sapkınlık olarak yaşadığı için Mişima kurban mıdır, yoksa cellat mı?
Roman, Mişima’nın doğduğu gün gördüğü o tuhaf ışığı anlatarak başlar. Ailenin ilk çocuğudur, bu nedenle babaannesinin eline geçer ve 12 yaşına kadar onun himayesinde büyür, evin içinde bez bebeklerle oynayarak, sokaktan ve diğer erkek çocuklardan uzakta... Hastalıklı bünyesini, onu ölüme yaklaştıran nöbetleri ve yaşamının temelini oluşturan bir takım görüntüleri anlatır yazar. Bütün bunların varoluşundaki etkisini insanın içine işleyen zarafetli bir derinlikle aktarır. Resimli bir hikayede gördüğü öldürülmüş prens resmi, bir lağımcı ile biletçinin yaşamlarına dair hissettiği gururlu trajedi, evlerinin önünden geçen erlerin ter kokusu, Oscar Wilde’ın Balıkçı ile Denizkızı masalındaki genç balıkçıya ait ceset... “Çocukluk çağında zamanla mekan birbirine karışarak akıp gidiyor. Mesela; bir volkanın patlaması, bir ordunun başkaldırması gibi, büyüklerden duyduğum başka memleketlere ait haberler ya da büyükannemin yaradılışındaki hava, budalaca aile kavgaları gibi gözlerimin önünde cereyan eden şeyler, nihayet o sıralarda içine girdiğim masallardaki büyülü dünya: Bu üçü bana hep aynı türdenmiş ve aynı kıymettenmiş gibi görünüyordu. Ne dünyanın oyuncak kutumdaki tahta küplerden yaptığım evlerden biraz daha karmaşık olabileceğini, ne de yakında gireceğim “insan toplumu” diye anılan şeyin masal kitaplarından daha göz kamaştırıcı olabileceğini gözümde canlandırabiliyordum.”
Ergenlik yıllarında keşfettiği cinselliğinin kimselere benzemediğini ise kısa bir süre içinde anlar kahramanımız: Erkekleri arzuluyordur ve onu cinsel açıdan harekete geçiren tek şey kanlı savaş sahneleridir. Yaşamını maskeli bir baloya dönüştürecek olan keşiftir bu. Bu sapkınlık nereden geliyordur peki, koca bir yaşama damgasını vuran kan, ölüm, intihar isteği? Genleri mi yoksa ailesi ve içinde yaşadığı toplum mudur benliğini oluşturup onu var eden? Bunun net bir cevabını vermez Mişima, bu cevabı aradığı da şüphelidir üstelik, o sadece hissettiklerini yazmayı ve kararı yaşama bırakmayı tercih eder. Ancak sadece onun zihni değildir ölümle, kanla, intihar düşüncesiyle dopdolu olan, İkinci Dünya Savaşı Mişima’nın da pek çok toplumun da hayatını bir samuray kılıcı gibi ortadan ikiye ayırarak geçmektedir zira. “Modern bilimle modern iş idaresinin gerektirdiği her şey, üstün zekaların isabetli ve rasyonel düşünce metotlarıyla birlikte sadece bir tek amaca yöneliyordu: Ölüm. Bu fabrikada ölüm pilotlarının bir kişilik uçakları yapılmaktaydı.” Sağlığı nedeniyle orduya katılamasa da işte böyle bir fabrikada zorunlu olarak çalışarak geçirir savaş yıllarını kahramanımız. Hava saldırılarıyla her gün bir başka bölgesi kan gölüne dönen Tokyo’da yaşamaya çalışır. Ve yaşanan her şeye son noktayı insan ruhunun o en derin, en kara deliğinin içinden çıkıp gelen, atom bombası koyacaktır.
“Bir Maskenin İtirafları” cesurca anlattıklarıyla da, sorduğu ve sormadığı, cevapladığı ve cevaplamadığı sorularla da şahane bir kitap.Yukio Mişima gibi bir yazarla tanışmak için ise çok iyi bir fırsat!
Yeni yorum gönder