"Duyduğum en acıklı hikaye bu. Ashburnhamları Nauheim kentinde son dokuz mevsimdir oldukça yakından- ya da hem yarım yamalak ve üsütnkörü hem de elinize giydiğiniz güzel bir eldiven kadar yakın bir ahbaplığımız vardı diyelim- tanıyorduk. Eşimle ben, Yüzbaşı ve Bayan Ashburnham'ı insanları ne kadar tanıyabilirseniz o kadar tanıyorduk ve gene de başka bir açıdan düşününce, kendileriyle alakalı hiçbir şey bilmiyorduk."
Güvenilmez anlatıcının dünyasına hoşgeldiniz! Anlatıcı ve eşi Ashburnhamları tanıyor mu, tanımıyor mu? Tam bir fikir edinebildiniz mi? İnsanlar hakkında tam bir fikir edinebilmek ne kadar mümkünse o kadar ancak, değil mi... İyi Asker, güvenilmez anlatıcı tekniğinin kullanıldığı başyapıtlardan biri.
Hikayemizin kahramanları iki varlıklı çifttir. Dowelllar ve Ashburnhamlar, yirminci yüzyılın ilk yıllarında, para ve iş dertleri olmadan, Fransız Rivierası otellerde, Alman kaplıcalarında gezmekteler. Yaşam onlar için bitmek bilmeyen bir tatil. Paranın, rahatlığın, ayrıcalığın ve hatta okudukça anlarız ki ahlaksızlığın kol gezdiği bir dünyaları var. O dünyada neler oluyor peki? Biz olan biteni John Dowell'dan dinleriz. Onun zihninde geziniriz. Bir dediği bir dediğini tutmaz anlatıcımız, yalanlar söyler, kendine yalanlar söyler, yanlış hatırlar, sonra döner başka bir şekilde yanlış hatırlar, kısacası bizi ve hikayeyi aldatır. İşin keyifli kısmı da buradadır. İki ölüm vardır hikayeye sinen, ensest, eşcinsellik, yalan, dalavere ve aldatmaca imaları... John'a göre evliliklerinin sekteye uğramasının sebebi karısının sözde kalp problemindendir. Ama dediğimiz gibi sözde. Başlarda karısının Yüzbaşı'nın aşığı olduğunu bilmediğini ve saflığı sebebiyle anlamadığını düşündürtür bize. Ama sonra anlatıcımızın saflığında mutabık kalmak üzere bizi kandırdığını anlarız. Ama bu kandırmacalara çoktan alışmışızdır. Ona kızamayız çünkü nasıl ki Tanpınar doğu ve batı arasındaki varoluş endişesinden edebi bir evren yaratmışsa Ford Madox Ford da bireyin benliğinden, kendi benliğinden duyduğu şüpheyi romanlaştırır.
Sözgelimi roman boyunca Yüzbaşı Ashburnham'ı uzun uzun anlattığını okuruz anlatıcımızın. Yüzbaşı'nın duruşu, bakışı, kıyafetleri, hal ve hareketleri. John bunu niye yapmaktadır? Karısına duyduğu kıskançlık mı? Karısının Yüzbaşı'ya duyduğu hayranlığın sebeplerini ele geçirmek mi? Yoksa kendisinin, kendisine bile itiraf edemediği eşcinsel aşk mı? Aynı anda hepsi gibi görünür. Hem ikiyüzlü hem samimidir. Yazar kahramanı aracılığıyla insan ruhuna dair bilginin peşine düşmüştür çünkü. Postmodernizmin kendisiyle çelişen, kendi kendine zarar veren ve özfarkındalığa sahip anlatım biçimine cuk oturan güvenilmez anlatıcının ta kendisi olmuştur. Yeri gelmişken İyi Asker'in "Tüm Zamanların En İyi Yüz Romanı", "En İyi 100 Çağdaş Roman" arasında yer aldığını, Guardian'ın "Okunması gereken 1000 Roman" gibi prestijli listelere girdiğini, ama yazarının yaşamı boyunca bu ilgiden nasibini alamadığını da belirtmeliyim.
Bu arada Ford'un kendi benliğinden duyduğu şüphenin alanının da geniş olduğunu, yazarın aynı zamanda Batı medeniyetinden de şüphe duyduğunu söylemeliyim. Yazıldığı dönemde Birinci Dünya Savaşı ile parçalanan Avrupa'nın tüm endişe verici yapısı yapıtın diline siniyor ister istemez. Ama bunda da tesadüflere yer yok aslında çünkü Ford, yeni bir tarihsel dönem için yeni bir anlatım dili ve tekniği geliştirmeye çalışıyor İyi Asker'de ve başarıyor. Anı ve bellek üzerine kurduğu gelgitleri aynı zamanda yerleşik ahlak kalıplarına ve toplumsal kodlara da yediriyor.
Peki İyi Asker adı nereden geliyor? Yüzbaşı Ashburnham orduda görev almış olsa da askerlikle pek ilgisinin olmadığı açık. Anlatıcımız John'un askerlikle ne ilgisi var peki? Etrafında olan bitenlerle ilgili soru sormaması, olan biteni olduğu gibi kabul etmesi belki onu iyi bir asker yapıyor olabilir. Unutmaya karşı savaşan, hatırlamaya karşı savaşan, kendi zararına olan, işine gelmeyeni doğru tahlil etmeye karşı savaşan modern bir savaşçı, bir asker. Olabilir mi? Gel de karar ver!
Nazar boncuğu niyetine editör ve çevirmene bir serzeniş: Yazar ironiden, dil oyunlarından, deyimlerden örülü bir dünya kurmuşken ve biz John'un kaygan zihnine tutunmakta oldukça zorlanırken, çeviriye yer yer sinen tutukluktan da nasibimizi alıyoruz ne yazık ki. Özellikle deyimlerin Türkçede kullandığımız muadilleri yerine, olduğu gibi çevrilmiş olması beni bir okur olarak yordu, demezsem olmaz.
* Görsel: Forgotten Soldier
Yeni yorum gönder