Bu dünyadan kurtulmak ve diğer dünyalara uçmak! İşte fantastiğin çıkış noktası. Kulağa sınırsız ve çılgınca geliyor, biliyorum. Ama gel gör ki tam olarak sınırsız bir hareket değildir fantastik yazarının yaptığı. Aklın aradığı en uç noktalara doğru kontrollü bir gidiştir onunkisi. Çünkü doğaüstü olan, imkansız olan, gerçeğin, içinde yaşadığımız gerçekler aleminin, bir başka şekilde düzenlenmiş hali olmalıdır. İşte tam bu nedenle modern fantastik, gerçekle bağını koparmadan imkansız olanı kurgulamalıdır. Aksi halde onu, masalla, şiirle, halk anlatılarıyla karıştırabiliriz. Ya da tamamen edebiyattan dışlayabiliriz. Eh, fantastiğin edebi alemde kendine saygın bir yer açmak için ne kadar büyük mücadeleler verdiğine hepimiz az çok tanık olduğumuza göre, bir fantazi yazarının, hem türden hem hayattan dışlanmamak için ne kadar hassas olabileceğini tahmin etmek güç değil. İşte Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları'nın yazan Ransom Riggs'in hassasiyeti de buradan geliyor. Gerçeğin içine gerçekdışını, zamanın içine zaman dışını yerleştirerek, zamanımızdan ve bugünkü gerçekliğimizden hiç mi hiç kopuk olmayan bir fantastik hikaye anlatıyor bize.
Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları, bir tür "öteki", "ötekileşme" hikayesi. Onun çocukları gerçekten de tuhaflar. Uçabilenler, görünmeyeni görenler, geleceği bilenler, ölüleri canlandıran, bitkileri büyütebilenler... vs. Çocukların olağandışı güçleri, yetenekleri var, evet. Ama tam da bu yüzden, toplum içinde var olmaları imkansız. Çünkü bildiğimiz gibi toplum dediğimiz şey, normalin dışında olan ne varsa, onu kendi içinde barındırmamak üzerine kurulu. Bu büyüleyici bir yetenek, üstün bir güç olsa dahi böyle. Ransom Riggs, işte bu ötekilik duygusuyla elimizden tutup bizi olağanüstünün dünyasına geçiriyor. Eğer normal diye bir şey varsa, normal olmayan bir şeyler de vardır ve normalin dışındaki her şey, olağanüstüdür, diyor!
Gerçekte olmayabilir ama, bizim şimdi okuduğumuz hikayede böyle. 16 yaşında bir kahramanımız var. Dedesinin ona çok küçükken anlattığı bir dünyayla büyülenmiş, yetişkinliğe geçmeden önce de bu büyüyü çözmek zorunda olan bir kahraman: Jacob. Dedesinin ölümünün ardından, onun İkinci Dünya Savaşı sırasında sığındığı yetimhaneyi ve yetimhanenin sahibi Bayan Peregrine'i göstermektedir bütün işaretler. Ve Jacob nihayetinde Galler'de, dünyanın unuttuğu bir adaya ve bu adanın sakinlerinin bile unuttuğu o meşhur yetimhaneye doğru yola çıkar babasıyla. Ailesinin onun için tuttuğu psikiyatrist hiç beklenmedik bir şekilde destek olmuştur Jacob'a bu yolculuğu için. Babası da kabul etmiştir. Ada'nın ıssız ve tekinsiz kıyılarında güç bela arayıp bulur yetimhaneyi. Ama bir sorunu vardır. Yetimhane savaş sırasında bombalanmış, bir daha da kimsenin uğramadığı gotik bir harabeye dönüşmüştür. Kısa bir süre içinde anlar ki, yetimhane, zamanın başka bir yerinde sapasağlam bir şekilde Jakob'u beklemektedir. Üstelik zamanın dışına çıkmak, büyüyü de çözmek demektir. Ama kahramanımızın işi bununla bitmez, zaman dışı bir alanda kendini korumaya almış tuhaf çocukların kalkanlarını çökerten karanlık bir gölge dolaşmaktadır üzerlerinde. Jacob çocuklarla birlikte bu gölgeyle mücadele edip etmeme kararını verme noktasına gelecektir hikaye ilerledikçe. Kahramanımızın bütün bunlarla uğraşması için, iyi yüreğinden başka gerekçesi yok gibi görünür başlangıçta, ama ya onun da hayatı tehlikedeyse? Ve daha da fenası, ya o da diğerleri gibi bir tuhafsa?
Başta da söylediğim gibi, fantastik gerçeğin bir başka şekilde düzenlenmiş hali olmalıdır. Ve bir ötekilik hikayesi olan Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları'nın kahramanı da toplum içinde ötekileştirilmiş bireylerle iç içe olacaksa eğer, kendisinde de bir ötekilik, bir tuhaflık bulmak zorundadır. Kısacası hikaye Jacob'un da tufalaşmasıyla bambaşka bir yöne kayıyor ve okura ikinci cilt ne zaman acaba diye merak ettirerek sona eriyor.
Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları, iyi bir çağdaş fantezi. Gerçeklikle, modern dünyayla temasını hiç kaybetmeden okurunu bambaşka bir dünyaya uçurabiliyor. Daha ne olsun...
* Görsel: Ahmet İltaş
Yeni yorum gönder