Bir yeniçeri düşünün ki, babasından kalan araziye el konulduğu için eline kalemi alıp divan-ı hümayuna başvurmakta... Ya da yiyip içtiklerini bile günü gününe yazan Balat şeyhi bir derviş karısının ölümünü yazmakta … Evlenmeyi reddeden entelektüel bir Osmanlı kadınının rüyalarına ne dersiniz peki? Hangi tarihi romancı yaratabilir ki bu karakterleri, gerçekte yaşadıklarını bilmeden, sezmeden… Ta ki bir tarihçi, gün gelip mazinin derinliklerinden gelen bu insanları gözler önüne serene dek.
“Yunus gibi ölüm gerçeği ve ahret üzerine düşünmek isteyenler felsefeye yönelse gerektir, Karacaoğlan gibi hayat ve dünya üzeride düşünmek isteyen ise tarihe…”diyerek başlayan bir tarih kitabı var elimizde. “Kim var imiş biz burada yoğ iken”, bu karacaoğlan’a ait dize Cemal kafadar’ın çalışmasının adı aynı zamanda. Zira Kafadar bu dizeden yola çıkarak kuruyor çalışmasının çatısını ilgi çekici bir biçimde, tarihin yok olanla değil, bir zamanlar var olanla ilgili olduğunun altını çizerek başlıyor…Böylelikle hem tarih bilimine olan yaklaşımını daha en baştan okuruna hissettirirken maziyi değil, mazinin insanlarını konu ettiğini bildiriyor yolun en başında...
Evet, son derece farklı bir tarih kitabı var elimizde. Öncelikle tarih bilimini sorgulayan. Ama yanlış anlaşılmasın öyle uzun uzadıya, tarih bilimine dair teknik bilgiler vererek, nutuk çekercesine yapmıyor bunu Kafadar, çalışmasının içine yediriyor, bu sorgulamayı çalışmasının belkemiği yapıyor. Mustafa adlı bir yeniçeri, Seyyid Hasan adlı bir derviş, tüccar Ayaşlı Hüseyin çelebi ve rüyalarını kaleme alan Üsküplü Asiye Hatun… Tarihin içinden kaleme aldıklarıyla çıka gelen bu dört Osmanlı aracılığıyla, tarih bilimini sorgularken bir yandan da hem Osmanlı’da birey olmanın anlamını açıyor hem de tarihi araştırmacılara açılacak yeni kapıları işaret ediyor. Yani, Osmanlı tarihi kaynakları arasında bireylerin kendileriyle ilgili, doğrudan kendilerinin yazdığı metinlerin bulunmadığına dair yargıyı kanıtlar göstererek yıkıyor...
Çalışmanın dört denemesinden ilki olan “Yeniçeri Nizamının Bozulması Üzerine”, 1500’lerde yaşamış yeniçeri Mustafa özelinde askeri statü ile ekonomik faaliyet arasında var olduğu düşünülen kesin ayrıma dair yeni bir fikir edinmemize yol açıyor. Daha doğrusu yeniçerilerin bozulma döneminden önce askerlik dışında hiçbir işle uğraşmadıkları yargısını alaşağı ediyor. Balat şeyhinin kaleme aldığı Sohbetname’yi “Ben ve Başkaları” başlığı altında incelerken, yazıldığı dönem özelinde Osmanlı birey edebiyatı çerçevesinde düşünmeye yönlendiriyor bizi Kafadar. Modern Batı’ya özenip, onun değerlerini özümseyene kadar Osmanlı’da kimselerin günce tutmadıkları düşüncesi, Sohbetname’yle birlikte kökünden değişiyor. Kitapta yer alan üçüncü deneme ise Venedikte Bir Ölüm: Ticaret yapmak amacıyla gittiği Venedik’te ölen Ayaşlı Hüseyin Çelebi’nin hazin hikayesinde, Osmanlı’da Müslüman Türklerin dış ticaretle ilgili olmadıkları, hatta bunun özellikle istenmediğinin yanlış bir inanış olarak kalacağına dair izler görüyoruz. Ve son deneme “Mütereddit bir Mutasavvıf” üzerine… Osmanlı toplum tarihindeki rolleri açısından bizlere öyle silik, öylesine sisli bakan kadınların dünyasına atılmış bir adım gibi Asiye Hanım’ın rüya defteri. Kitaplara ve tasavvufa düşkün, entelektüel bir Üsküplü Osmanlı kadının rüyalarında, onun kaleme aldığı mistik deneyimlerinde, her yanı boşluklar ve soru işaretleriyle de dolu olsa da sanki Osmanlı’yı temsil eden bir kadın kahraman gözlerimizin önünde belirginleşiyor. Sisin bir perdesi heyecan verici bir şekilde açılıyor...
“Bu kitapta okuyacağınız yazıların her biri şaşkınlık ürünüdür” diyor ta en başta Cemal Kafadar. Bir tarihçi olarak onu bunca şaşkınlığa sürükleyen araştırması, biz sıradan okurlar için elbette daha şaşkınlık verici. Kafadar’ın maziden çekip çıkardığı belgeleri, onların doğruluğunu başka bir gözle incelemek ve araştırmak tarih bilimcilerin işi elbette ama tarihle ilgilenen, savaşların, politikacıların ve siyasi entrikaların dışında da bir yerlerde bir geçmiş yattığını düşünen okurlar için “Kim var imiş biz burada yoğ iken”, bilinmezin kapısını aralayan, açıkçası bulunmaz bir nimet.
cemal kafadar'ın kitabı'nda bahsi geçen üsküp'lü asiye hatun'dan saffet murat tura'nın "şeyh ve arzu" kitabında da bahsedilir. tabii psikanalitik boyuttadır bu bahsediliş.
Yeni yorum gönder