Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Ot yoksa, masalı var




Toplam oy: 1058
Ertan Tuzlacı
Alfa Basım Yayım Dağıtım

Ot, adı üstünde, bir yanıyla etçil yeme alışkanlıklarına sahip avcı-göçebe geleneklerine bağlı toplumumuz için son derece tatsız tuzsuz bir şey demek. Diğer yanıyla ise Anadolu’nun büyüleyici zenginlikteki endemik yapısıyla bütünleşmiş, yüzyıllar boyu toprağın sesini dinlemeyi öğrenmiş olanlarımız için vazgeçilmez bir beslenme biçimi, bir yemek kültürü…  Hele ki şöyle Ege’ye, Akdeniz’in batısına kaydınız mı ya da Karadeniz taraflarına çıktınız mı…

 

Kişisel deneyimim özellikle Ege’de haftanın yedi günü yedi ayrı ot yemeğiyle karnımı doyurabildiğimdir. Hem de öyle köylü pazarlarından aldıklarımla falan değil. Yapılaşmayla talan edilmemiş herhangi bir bölgede, evin etrafında bir bıçak ve küçük bir sepetle, dikkatli gözler ve aheste adımlarla gezerek sadece… Doğayı, toprağı işlemek, ondan verim almak başka bir iş, ona hiç dokunmadan verebileceklerini, verdiklerini gözlemek ayrı… Kendi kendini dölleyen, doğuran, çoğaltan toprağın dilinden anlamak için onun sizi doyurmasına izin vermeniz gerekir. Sebze-meyveyle doymak emek ve sabır istiyorsa eğer, otla doymak için toprağın sonsuz yabanıllığına saygı göstermeniz gerekir. Uzun yıllar boyu aynı bahçelerde, vadilerde ve kırlarda, ayaklarınızın altındakileri ezmeden dolaşmanız gerekir. Ve tabii biraz da bu konuda yapılan araştırmaları okumak…

 

 Prof. Dr. Ertan Tuzlacı, Türkiye’nin florası üzerine pek çok araştırmaya imza atmış, dolayısıyla botanikle,  yaban hayatıyla ilgilenen okurların yakından tanıdığı bir isim. “Türkiye Bitkileri Sözlüğü”, “Şifa Niyetine-Türkiye’nin Bitkisel Halk İlaçları”, “Türkiye’nin Bahçe Bitkileri ve Kent Çiçekleri”, onun en tanınmış çalışmalarından sadece birkaçı. Yazar, şimdi “Türkiye’nin Yabani Besin Bitkileri ve Ot Yemekleri” adlı yeni çalışmasıyla bu konuyla ilgilenen okurlarının karşısında. 

 

Doğadaki yabani bitkilerden yararlanmak, onları evcilleştirmek ve çoğaltmak, bu bilgiyi kuşaktan kuşağa aktarmak, geleneksel halk kültürünün en önemli bölümlerinden biridir kuşkusuz. Ancak şehirleşme bu aktarımı çoğu zaman zedeler, hatta koparır. Ertan Tuzlacı gibi araştırmacıların ve onların yayımladıkları çalışmaların işte bu kopuşu bir nebze de olsa engelleme de başat bir rolü var. Hele ki söz konusu yabani bitkiler, yaban hayat olduğunda…

 

Tuzlacı, ülkemizde beslenme ile ilgili doğrudan ya da dolaylı ilgisi olan 757 türe yer vermiş bu çalışmasında. Kitabın büyük bir bölümünü de ot yemeklerine ayırmış. Hem bitkiyi anlatmış, hem de ondan yapılan yemeklerin tariflerini vermiş. Bilenler bilirler,  ot yemeklerinin son derece basit tarifleri vardır ancak, otun tadını almak başlı başına bir bilgi ve deneyim işidir. Kökü, sapı, çiçeği, tohumu; her birinden ayrı tatlar alır, farklı yemekler yaparsınız. Söz gelimi sadece sapını kavurup yiyeceğiniz bitkinin yapraklarını da işin içine karıştırırsanız eğer, ortaya berbat bir yemek çıkarabilir, hatta zehirlenebilirsiniz. “Türkiye’nin Yabani Besin Bitkileri ve Ot Yemekleri”, bu anlamda bir tür yemek sözlüğü gibi. Hangi bitkiden ne şekilde yararlanabileceğinizi ayrıntılı bir şekilde size söylüyor. Kavurma, haşlama, çorba, börek, çay, reçel, marmelat ve ilaç… Bitki ve yemek çeşitliliğinin sanki sınırı yok.

 

Ağustosun yarısı yazsa, yarısı kıştır derler. Şimdilik ortalık ne kadar sıcak olursa olsun kış kısmına yavaş yavaş girdik. İlk yağmurlar düşmeye başlar başlamaz, şehrin sınır boylarında, içine şehir girmemiş tüm yakın mevkilerde dolaşmaya çıkmanın tam zamanıdır. Tuzlacı’nın çalışması yakınınızda olursa eğer, en azından çaya çorbaya katacak bir şeyler bulmadan eve dönmeniz imkansız. İşi şansa bırakmak istemeyenlere bu noktada Tijen İnaltong’un “Bir Ot Masalı” adlı çalışmasını da tavsiye edebilirim. Yabani otlarla dönemezseniz geriye, en azından evdekilere anlatacak hikayeleriniz olsun diye…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.