VII. ile X. yüzyıl arasında bir yerlerde, bugün eski İngilizce ya da Anglo-saksonca denen dille yazılmış bir büyük şiir, bir büyük efsane, bir büyük canavar öyküsü Beowulf. Lirik, kültürel, psinalitik, mitik… Onu yıllar boyunca araştırmacılar, akademisyenler okuyup inceleyip dururlar ama iş edebiyatçılara, hele ki J.R.R. Tolkien’e gelince değişir. Yıllardan 1936’dır Tolkien, Oxford’lu bir akademisyen ve hoca olarak “Beowulf: Canavarlar ve Eleştirmenler” adlı makalesini yayımladığında. Bu makalede şiirin bütünlüğünü, bir sanat yapıtı olarak ayrıcalığını ve bu iddiaların dayanaklarını açıklamaktadır fantastik edebiyatın babası. Tolkien’e göre şair, yaratıcı sezgisiyle bu evvel zaman hikayesini, bilinçli bir kurguyla harmanlayarak dengeli bir sistem kurmuştur. Onun bu yorumundan sonra şiire bakış değişir, Beowulf, bir kültür ve edebiyat mirası olarak yeniden doğar. Şimdi ise Nazmi Ağıl’ın çevirisiyle ilk defa Türkçede.
Bilinçdışının, bilinçle bir hesabı vardır evet, tıpkı şiirin zihne musallat olma gücünün de bir bedeli olduğu gibi… Beowulf basit bir kahramanlık ve canavarlık hikayesidir. Ancak biliriz ki canavarlar ve kahramanların mücadelesi dilin ve yasanın, vahşi içgüdüsel doğamızla baş etme çabasının sahnesidir aynı zamanda. Etkileyici, dokunaklı bir sahnedir bu. Rüyalarda dolaşır, hakikate yalan karıştırır, en besleyici yiyeceğin içine zehir katar, tadı da sesi de gözün gördüğünü de değiştirir. Tıpkı aşk gibi, yoksa niye şiir olsun?
Ne kadar kalıplaşmış gibi görünürse görünsün, etkileyici bir sahneyle açılır şiir; yaşlı kralın denize sürüklenen cenaze teknesi, güce ve kültürel gücün ne olursa olsun doğa karşısında beyhudeliğine, geçiciliğine dair bir anıştırmadır. Ancak yanlış anlaşılmasın, krallığın kurulması, krallığın toplumsal gücü; pagan karanlıkla, canavarla, iblisler ve ejderhayla mücadele etme; doğanın yasasının değil insanın yasasının altını çizecektir hep. Karşı kıyıdan gelen güçlü savaşçı-kahraman, krallığı canavardan kurtaracaktır. Ama kendi içindeki canavarı alt edebilecek midir peki? Temel soru buradan gelir ve işte bu soru Beowulf’u gerçek bir edebiyat eseri yapar.
Kralın salonuna saldırır canavar Grendel. Krallık sarsılır. Neden başşehir, evler, tarlalar değil de kralın salonudur saldırdığı? Çünkü bu evvel zaman içinde, şiiri modern İngilizce’ye çeviren Seamus Heaney’nin de belirttiği gibi, her kralın salonu hem gerçek hem de sembolik bir sığınaktır. Savaşçı eril kültür burada var edilir, ödüllendirilir, beslenir ve yüceltilir. Kral salonu “sıcaklık ve ışık, rütbeler ve törenler, insan dayanışması ve kültür” demektir. Canavarın savaşı bütün bunlara dairdir. Ya da biz öyle düşünmek isteriz, şairin yanında durur, umut eder ve bekleriz…
Peki bu eski zaman şiirinin- destanının içine, derinliklerine girip de ne yapacağız diye soranlar için çevirmenin tavsiyesine kulak vererek bitireyim: “Onun Japonya’da, renklerle ilahilerin birbirine karıştığı bir gösteride, şiirin ve kuklaların birbirini desteklediği bir bundraku tiyatrosunda yeniden temsil edilip değişim geçirdiğini hayal edebiliriz. Ya da aynı şekilde biçimden biçime giren çizgilerin, ürkütücü stereo seslerin eşlik ettiği bir animasyon filminde canlandırılışını (şimdiden en az bir deneme yapıldı bile) düşleyebiliriz. Öyle veya böyle, ‘canavar’ sözcüğünün uyandırdığı hafiften düzleştirici etkiden kaçabilir ve şiire yeni bir şans tanıyıp onun “bataklıklardan kalkıp sis şeritlerinin arasından geçerek” III. yüzyıl Anglo-Sakson İngiltere’sindeki küresel köyün içlerine doğru esmesini sağlayabiliriz.” Seçim size kalmış…
Nazmi "Anıl" değil, "Ağıl"...
Yeni yorum gönder