Modern zamanlar ne yaptı insanlığa, ya çekirdek aile? Sigorta poliçeleri, kredi kartları, okul taksitleri, kara delik misali yaşamı yutan faturalar, kazanamamakla daha çok kazanıp daha çok harcamak arasında salınıp duran tüketim sarkacı… Sahte bir kayıp cennet misali, çok yakınlarda bir yerlerde duran mutluluk vaadi…
Neticesinde, öfkeli bir çaresizlikle “çıkış yok”a varan bir bitimsiz tünel. Ne zaman vardık yolun sonuna? Yoksa daha zaten başında mıyız her şeyin? Bazı yazarlar vardır, ne olursa olsun, muhalefetinden, eleştirel bakışından iyilik sızar, iyileşme vaadi, umut sızar. Bazıları ise öylesine gerçekçi, öylesine iflah olmaz bir şekilde kiniktir ki, ne yazarsa yazsın sanki kaleminden her daim kan damlar. Çağdaş Amerikan edebiyatının dikkat çekici, sıkı yazarlarından A.M. Homes işte bu ikinci tür yazarlar arasına girenlerden, şiddeti anlatmasa bile kaleminden kan damlayanlardan. Yangın Müziği de onun en sert romanlarından. Bu hikayesiyle üçüncü dünya ülkelerine yutturulan mutluluk hapının, özlenen refah devleti düşlerinin vardığı son noktadan dalgasını geçiyor bizlerle Homes. İleri kapitalizmin nasıl koskoca bir yalan olduğunu ucunu sivriltip durmaktan imtina etmediği kalemiyle gözümüze gözümüze sokuyor. Acıtmıyor desem, yalan.
Kahramanlarımız Elaine ve Paul. Güzel evleri, iki çocuklarıyla Amerikan banliyö hayatının simgeleri. Ama tik tak, bir de ne görelim ideal hayat, ideal ev yaşamı, saatli bir bombanın üzerinde, hatta bomba patlamış bile. Bir şeyler fena halde yolunda gitmiyor. Ne zaman patlamış peki bu bomba, büyük ihtimalle o pazar akşamı Elaine yemek yapamayacağını, artık yapamayacağını ilan ettiğinde. Paul’le hemen akabinde yeni yakılan mangalı elbirliğiyle devirip evlerini yakmaya başladıklarında da olabilir, sonra evleri usul usul yanarken çocukları alıp hiçbir şey yokmuş gibi yemeğe çıktıkları anı da kabul edebiliriz aslında bombanın patladığı an olarak… Ne fark eder ki. Sıkıntıdan, mutsuzluktan, etraflarındaki herkes gibi yaşadıkları halde herkes gibi yaşadıklarından tatmin olamamaktan patlamıştır aslında o bomba. Evlerinin yanışı kısa bir süre soluk aldırır Paul ve Elaine’e, ama o kadar…
Gerisi yine hep aynıdır, evden kurtulan eşyaları bahçe satışıyla elden çıkarmak, sigortanın tüm zararları ödemesi, Paul’ün Bayan Elma ile yatmayı sürdürmesi, başka bir arkadaşının sevgilisine el atması, Elaine’in herkes tarafından sistemli bir şekilde ruhen düzüldüğünü hissetmeye devam etmesi …vs. Ne yaparlarsa yapsınlar her şey hep Amerikan banliyö hayatıdır. Başı ve sonu, önü vee arkası yok, işte o kadar.
Ne olacak peki hikayenin sonunda? Homes elbette akıcı dili ve art arda sıraladığı çarpıcı olaylarla bizi o sona keyifle vardırıyor ama yine de cevap vereyim: Hiç… Tüketim çarkından, iki yüzlü aile hayatının içinden çıkmak öyle kolay değil çünkü. Ev yakmakla da olmuyor, depresyona girmekle de, hem kendini hem karını/kocanı aldatmakla da olmuyor. Zaten Homes’un bu türden bir iddiası da yok. O sadece söz konusu korkunç çıkışsızlığı ve sistemin en adi yüzünü cesurca gösteriyor, gözümüze gözümüze sokuyor.
“İşte Paul ve Elaine, Pat ile George’un masasında sessizce oturmaktadırlar, kişiliklerini eşyalarında, Elaine’in kurutma makinesinde yuvarladıklarını duyduğu giysilerinde bırakmışlardır sanki –Paul’ün pantolon düğmeleri takırdamaktadır. Komşularının hayatlarının kendilerinkinden çok daha iyi olduğuna dair o güne dek duydukları bütün kuşkuların doğrulanmasının ezikliği altında yemeklerini yerler. Onlar dışında herkes daha organize ve mutludur, herkesin hayatı daha kaygısız ve daha doyurucudur. Başkalarının her şeyi daha iyi yaptıklarına hiç kuşku yoktur. Sahtecilik faktörü diye adlandırır Paul bunu, kim olduklarının ortaya çıkacağı korkusu.
Paul ve Elaine bunu çoktan biliyordu, hatta yangını başlatmak bu durumun farkında olduklarının göstergesiydi; büyük ve resmi duyuru: Biz bu değiliz, sizin gibi değiliz, başarısız olduk, başaramıyoruz, başarısızız. Yine de, tam da budurlar; hiç mi hiç farklı değildirler. Herkes gibidirler, daha da kötüsü, bu hayatın içinde tutsaktırlar, bütünüyle kuşatılmışlardır –hayatları budur işte.”
Hazır gün itibariyle 8 Mart’tayken, hazır sisteme, aile hayatının eziciliğine dair duyarlığımız iyice incelmişken Yangın Müziği'ni elinize almak iyi bir fikir olabilir. Ev yakma kısmına dikkat tabii, zira hayatı değiştirmek hususunda bir işe yaramadığını zaten en başta söylemiştik.
kitabı edinmedim henüz.fakat kitaptan daha keskin olabileği önyargısı ile söyleyebileceğim;oldukça keskin bir eleştiri dili,hedefini doğru noktadan vuran sözcükler...bir göz yudumuyla aldım her satırınızı...klavyenizin tuşlarına sağlık:)
yeterince Palahniuk okuduk zaten lisedeyken..
Yeni yorum gönder