Yazdığı metinlerden muzip bir kişiliği olduğunu tahmin ettiğimiz İtalyan tarihçi Carlo Maria Cipolla bir gün nereden aklına geldiyse (her ne kadar kendisi "denemenin özel yaşamımla hiçbir bağlantısı yok" dese de, kimbilir çevresinde olup bitenlerden sıtkı sıyrılmıştır) "aptallık" üzerine sanki bilimsel bir makaleymiş gibi bir metin kaleme alır. Bu metni yayınlamak gibi bir amacı yoktur. Metnin eşe dosta gönderilen kopyaları o kadar ilgi toplar ki fotokopileri elden ele, ilden ile dolaşmaya başlar.Bu küçük efsane bir gün yayıncısına da ulaşır, ve o da Cipolla'yı denemeyi basmak konusunda ikna eder.
"Aptal" ve "aptallık" günlük yaşamımızı sürdürmek için kullandığımız sınırlı kelime haznemiz içerisinde müstesna bir yere sahip olan sözcüklerden birisi. Bu sözcüğü de, tıpkı kendisi gibi çok müstesna başka sözcükleri anlamları ve açılımları üzerinde fazla düşünmeden, bir alışkanlıkla ve anlamı kendinden menkul olarak kullanır dururuz. "Aptal!" kimi zaman hiddetle, kimi zaman gülümseyerek sarfettiğimiz bir sözcüktür. Hatta bazı durumlarda bir özeleştiri için de kullanıldığı olur: "Ah ben ne aptalım!"
Cipolla üşenmemiş, oturmuş, düşünmüş ve "Aptallığın Temel Yasaları"nı yazmış. Dolayısıyla artık elimizde herhangi bir insan eylemini "aptallık" olarak nitelendirip nitelendiremeyeceğimiz konusunda açık seçik bir rehbere sahibiz. Bu çok yararlı metnin asıl faydası ise karşımızdakinin eylemlerini değerlendirmekten önce ve öte kendi eylemlerimiz için de aydınlatıcı olması. Tabii aptallar Cipolla'nın birinci temel yasada belirttiği kadar çoksa, dolayısıyla biz de o kümeye giriyorsak, düşünmeden eyleme geçebileceğimiz için, eyleme geçmeden önce düşünerek "bu aptalca bir eylem olabilir mi?" sorusunu yanıtlama şansımız olmaz, ve Cipolla'nın metni de bir işe yaramaz. Özet olarak 5 temel yasayı burada aktaralım:
1. Her zaman ve kaçınılmaz olarak her birimiz çevremizde dolaşana aptalların sayısını azımsarız. (Eski Ahit'de bu madde şu şekilde yer alırmış: "stultorum infinitus est numerus" , aptalların sayısı sonsuzdur. )
2. Belirli bir insanın aptal olma olasılığı aynı kişinin herhangi bir başka karakter özelliğinden bağımsızdır.
3. Aptal bir insan, kendisine hiçbir yarar sağlamadan hatta bazen zarara uğrayarak başka insan yada insan topluluğuna zarar veren kişidir.
4. Aptal olmayanlar, her zaman aptalların zarar potansiyellerini küçümser. Özellikle de aptal olmayanlar herhangi bir anda ve yerde, herhangi bir durumda, aptal bireylerle ilişki kurmanın ve/veya onlarla bir araya gelmenin kaçınılmaz olarak pahalıya mal olan bir yanlışa yol açtığını unuturlar.
5. Aptal insan varolan en tehlikeli insan türüdür.
Aptallık üzerine artık bir klasik konumuna erişen bu deneme Cipolla'nın Tarih Vakfı Yurt Yayınları'ndan 3. baskısı yapılan Neşeli Öyküler kitabında yer alıyor. Tarih meraklıları için şahane bir küçük kitap bu. Diğer metinler ortaçağ ve sonrasının ekonomi tarihi ile ilgili çok ilginç ve keyifli öyküler. Cipolla tatsız tutsuz, akademik bir dil yerine son derece muzip ve mizahi bir dil kullanıyor. Başta kendi halkı İtalyanlar olmak üzere Avrupanın farklı halklarının davranış özellikleri, huyları, karakterleri ile tatlı tatlı atışıyor.
Onyedinci yüzyılda geçen ve başlığını Yüzyılın Dolandırıcılığı olarak koyduğu metin bizi (aptallıktan sonra tabii) en çok ilgilendireni. Zira baş rolünde Osmanlı kadınları buluyor. Osmanlı kadınlarının "Louis sikkeleri"ne olan yoğun ilgisi neredeyse bütün Avrupa ekonomilerini sarsar hale getiriyor.
Bir başka tarihi öykü ise Ortaçağın Ekonomik Gelişiminde Baharatın (Özellikle de Karabiberin) Rolü üzerine. Mesela kazara şu soyadlarının nereden türediğini merak etti iseniz, yanıtı da bu bölümde: "İngiltere'de Smith (=demirci), Almanya'da Schmit, İtalya'da Ferrari veya Ferrario veya Ferrero ya da Fabbri, Fransa'da Favre, Febvre, Lefevre..." Bu kadar değil kuşkusuz: Karabiber ile Haçlı Seferleri arasında nasıl bir bağlantı olabilir? Karabiber Marx'ın tarihin itici gücü dediği rolü nasıl oynadı? Hangi olay üzerine "Floransalılar ticareti ve bankerliği bir kenara bırakarak kendilerini resme, kültüre ve şiire verdiler", ve böylece Rönesans'ı başlattılar?
Arada bir yerde Cipolla'nın ettiği bir kelâm var ki, moralimizi bozmamak için onun üzerinde hiç durmamanızı öneriyoruz: "Sık sık kendime yanıtı kolay olmayan sorular sorarım: Örneğin bu ya da şu ülkenin uygarlık düzeyi hakkındaki düşüncemi kendi kendime sıkça sorduğum olur. Yarı şaka, yarı ciddi, yanıtım şu olur, bu konudaki yargım okulların (düşünce, inceleme ve öğrenim özgürlüğünün derecesine bakarak), hastanelerin ve... söz konusu ülkedeki umumi helaların niteliğine bağlıdır."
Cipolla'nın mizahi üslubunu hiç çeviri kokutmadan Türkçede yeniden yaratmayı başaran Tülin Altınova'ya da okur olarak çok teşekkür ediyoruz.
Son olarak Cipolla aptallığı grafik olarak da gösteriyor. Bu nedenle okurun kendisi ve başkaları için kullanabileceği boş grafik tabloları son sayfalarda kullanıma sunulmuş bulunuyor.
Şahane Bir Kitap
Şahane Bir Kitap
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları
Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.
Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.
Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.
Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.
Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.
Yeni yorum gönder