“Bu ev muamma ve güzellik dolu… Loş sofalara, alçak tavanlı geniş salonlara, sonra bu sofaları ve salonları dolduran eski yeni, büyük küçük bütün eşyaya sinmiş garip bir efsun var. Öyle bir şey ki asabı, mefkureyi, muhayyileyi sarhoş ediyor. Tatlı bir uyuşukluk içindeyim.”
İnsanı tatlı bir uyuşukluğa sürükler evet, ama ev tekinsizdir. Eşyaya, odalara, sofalara sinmiş garip bir efsun, asabı sarhoş eden bir efsun dolanır etrafta. İnsanlardan, medeniyetten uzak, doğanın, yeşilliklerin, evi saran sarmaşıkların içinde bir köşktür bu ve bir karı kocaya mezar olmuştur… Evet, doğru tahmin ettiniz hemen her şeyiyle gotik türde yazılmış bir romanın başlangıcından söz ediyorum. Ancak tahmin edemeyeceğiniz şeyler de var. Mesela bu romanı yazanın bir Türk kadın yazar olması gibi; o kadın yazarın Suat Derviş olması gibi!
Evet elimde, Kara Kitap adıyla basılan ve Suat Derviş’in dört gotik kısa romanını bir araya getiren bir çalışma var. Tam dört gotik roman! Türk edebiyat tarihi unutturulan, unutulmak istenen kadın yazarların da tarihidir malumumuz. Bu unutturulma mücadelesi içinde neredeyse yitirdiğimiz en önemli yazarlardan biri de Suat Derviş’tir. Yazdığı diğer eserleri çok az bildiğimiz gibi yazarın gotik türde eserler verdiğini de bilmez, Türk-Osmanlı edebiyatında gotik eserler yoktur diyerek gelip geçmeyi severiz. Oysa ki Serdar Soydan’ın da dediği gibi Suat Derviş’in de, daha pek çok yazarın da külliyatları tam olarak açığa çıkmamıştır. Hal böyle olunca perdeyi birazcık aralamanın ne kadar şaşırtıcı, ne kadar sürprizlerle dolu olabileceğinin de bir göstergesi oluyor Kara Kitap.
Ne gerçeğin yanında, ne gerçeküstünün...
Başta da dediğim gibi dört kısa gotik roman var Kara Kitap’ın içinde. “Ne bir ses… Ne bir nefes”te Derviş’in hikayesini “babasını öldürmek isteyen oğul” imgesi üzerine oturttuğunu görürüz. Yıllar sonra dönen oğul babanın kabusu olacaktır. Genç ve güzel karısını oğluna kaptırma paranoyasını rüyalarla, olağanüstünün tekinsizliğiyle verir yazar. Büyük bir köşkte yine insanlardan uzak üç insan, gerçek ve gerçeküstü arasındaki o netamali bölgede salınıp duran hayatlarının kabusa dönüşünü izleyeceklerdir. Kitaba adını veren “Kara Kitap”ta da karanlık, boğucu, ölümün kol gezdiği bir evde hayata tutunmaya çalışan genç bir kızın yaşamla ölüm, gerçekle kabus arasında verdiği mücadele vardır. “Buhran Gecesi”nde, kimsesiz bir köşkte yaşanan korkunç ve doğaüstü bir cinayetin izleri kol gezerken, “Fatma’nın Günahı”nda, bir aşk hikayesi içinde kimliği çözülüp yavaş yavaş bir hortlağa dönüşen Fatma anlatılır.
Görürüz ki, hemen tüm hikayelerde gotik unsurları başarıyla kullanmıştır Suat Derviş. Ve sözgelimi bu unsurları romanlarında sıkça kullanan Hüseyin Rahmi’den farklı olarak ne gerçeğin ne de gerçeküstünün yanında saf tutmuştur. Romanlar bu anlamda, tam bir belirsizlik içinde biterler ve yazar teşhis konusunda bizimle hemen hiç konuşmaz. Yazarın sesini, döneminin yazarları aksine hemen hiç duymayız. Derviş, taraf tutmaz. Yarattığı gotik atmosferi kesinlikle bozmaz. İşte tam da bu yüzden çok şaşırtıcı, çok büyüleyicidir.
Kara Kitap edebiyatımızın içinden yıllar yıllar sonra fırlayan bir mucize gibi. Gotik-fantastik okurlarına ve Türk edebiyatında bu tür üzerinde incelemeler yapan tüm araştırmacılara, eleştirmenler duyurulur.
Yeni yorum gönder