Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Teyel teyel üstüne, Pala Hayriye...




Toplam oy: 1416
Figen Şakacı
İletişim Yayıncılık
Pala Hayriye, artık hemen hepimizin kanıksadığı çarpıklıklara, ikiyüzlülüklere, toplumun "gerekli" gördüğü, temelde ise hiç de gerekli olmadığını bildiğimiz şeylere şaşırır, üzülür, ayak direrken, bizim de içimize sular serpiliyor.

Edebiyatımızda pek sık görülen bir şey değildir kadın kahramanların hikayeleri. Özellikle son dönem genç edebiyatımızda bile yine eril bakış açısının, erkek yazarların, erkek kahramanların görece hakimiyeti düşünülürse… Ondandır ki, derin bir soluk alarak başlıyorum Figen Şakacı’nın Pala Hayriye’sine. Bir büyüme, olgunlaşma hikayesiyle baş başayız. Daha doğrusu Şakacı'nın, Bitirgen'le başladığı büyüme hikayesinin devamıyla.

 

“Hamım ben daha; dalıma yabancı, ağacıma küs, köküme çekingen. Düşme korkusundan olgunlaşmaya meyletmeyen… Ham kalmaya söz vermek üzere çıkıyorum, beni on sekiz yaşıma kadar besleyen evimden.”

 

 

Böyle başlıyor anlatmaya Hayriye. Ayak seslerinden ürkerek yürüyen, etrafındaki herkesin yalayıp yuttuğu hayatın acemisi; yaşama hiç tutunamayacak gibi görünürken, cesur yüreği ve talihinin yardımıyla bir kenarından illa ki teyellenen bir kahraman. Kadın olduğundan mıdır nedir, aslında kahraman olmayan bir kahraman. Hayriye’yi evden kaçıp üniversiteye başladığı gün tanımaya başlıyoruz. Cebinde beş parası, gidecek hiçbir yeri yok. Elinden birileri tutuyor, arkasından birileri ittiriyor; yüreğinde devrimcilik, 90’lı yılların gölgelerinde geziniyor Hayriye. Feminizmi, Lenin’i, Marx’ı anlamaya çalışırken kendini de anlamaya çabalıyor. “Ne zaman ki her şeyden korkmaya başladım, büyüdüğümü anladım”, diyor. “Ne zaman ki dünyayla arama kelimeler girdi, tersine akmaya başladı nehirim”, “değiştirmek istediğim bu dünya, hiç istediğim gibi olmadı” diyor. Ve belki de en can alıcısı, “Düşündükçe yeniden yazdığım, her satırıyla oynayıp yeni baştan kurguladığım bir tarihim var sanki.”

 

Ona işi sorulduğunda, süklüm püklüm, yazı çizi, diyerek cevap veren Pala Hayriye, sıkı bir gazeteci olur günden güne. Eli kalem tutar, gözleri açılır bir bir... Onun yaşadıklarının, düşündüklerinin, yapıp ettiklerinin, zannettiklerinin bir izdüşümü olan anlatısı da kendi tarihinin yeniden yeniden kurgulanmasından ibarettir aslında. Ya da en azından yazarın bize hissettirmeye çalıştığı şey budur. Bu anlamda ne kadar gerçekçi görünse de, düşler ve yalanların da içine sızdığı bir dünya çıkar karşımıza.

 

En büyük meselelerinden biri kadınlık

 

Pala Hayriye'nin en büyük meselelerinden biri de elbette kadınlık, kadınlığı. Ona yakıştırılan bu toplumsal cinsiyet kimlik bilgisini bir türlü yerine oturtamayan kahramanımızın aşkı da cinselliği de havada kalıyor, başkalarının düşüncesinde “olması gerektiği gibi” olmuyor. Giyiminden kişisel bakımına, hayata karşı verdiği tepkilerden cazibesizliğine, gülmesinden ağlamasına kadar uzanan bir liste boyunca “kadın” olamıyor Hayriye. En başta bir büyüme hikayesi demiştik ya, sona doğru bunun bir büyüme değil bir olmama, olamama hikayesi olduğunu iyiden iyiye anlıyoruz. “Belki itiraf vaktidir artık; ben kendimin en büyük hayalkırıklığıyım. Çünkü olmadım, kim kıstıysa bu kazanın altını bir türlü pişmedim.”

 

Söz konusu olmama, olamama durumu üzerine Pala Hayriye aracılığıyla düşünürken, edebiyatımıza damgasını vuran kaybetmiş, tutunamamış, olmamış kahraman anlatılarının gün geçtikçe, bu olamama halinden bir ayrışma, olanı (elbette kendi muhayyilesine göre) giderek daha sert yargılama halinin, ben ve ötekinin karşında kalan açıklığa kibrin sızması gibi bir durumun gölgesi düşüyor. Pala Hayriye de bu gölgeden mustarip ne yazık ki, toplumsal eleştirisi her satırından fışkıran roman boyunca, yazarın yargısını romanın anlatısının önüne geçecek derecede hissediyoruz. Üstelik gerçek toplumsal olayların hikayenin içine sızdığı bölümler de roman kurgusunda iğreti durabiliyor zaman zaman.

 

Ama Pala Hayriye bir yandan da, artık hemen hepimizin kanıksadığı çarpıklıklara, ikiyüzlülüklere, toplumun “gerekli” gördüğü, temelde ise hiç de gerekli olmadığını bildiğimiz şeylere şaşırır, üzülür, ayak direrken, bizim de içimize sular serpiliyor.

 

Kısacası, karışık duygularla ayrılıyoruz Pala Hayriye'nin dünyasından. Büyümek sancılı, olamamak içi keder dolu bir sevinç ne de olsa!

 


 

* Görsel: Seda Mit

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.