Bu haftanın şahane bir kitabı, tarihle ilgilenen okurları mutlu edecek nitelikte. Tanınmış bir tarihçinin gözden kaçmış bir çalışması: Jean Paul Roux’nun “Türklerin ve Moğolların Eski Dini”. Jean Paul Roux, “Babür- Büyük Moğolların Tarihi”, “Altay Türklerinde Ölüm”, “Orta Asya: Tarih ve Uygarlık”, “Orta Asya'da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar” gibi Türkler ve Orta Asya üzerine kaleme aldığı pek çok çalışmasıyla gayet iyi tanıdığımız biz tarihçi, hatta bir çoğumuz onu uzun süre çoksatar listelerin tepesinden inmeyen “Türklerin Tarihi” adlı kitabıyla tanıyor. “Türklerin ve Moğolların Eski Dini” ise üzerinde pek durulmamış, hakkında tanıtım yazısı bulamayacağınız, dediğim gibi neredeyse gözden kaçmış, önemli bir tarih kitabı.
Tarih denilen şeyi, savaşları, onların nedenlerini ve sonuçlarını art arda vererek, politik oluşumları açıklamaya çalışarak anlayabileceğimize inanmayanlardanım ben. Bireylerin tek tek gündelik yaşamlarına yansıyan inançları, toplumsal eğilimleri, genel kanaatleri ilgilendirir beni daha çok. Toplumların kaderini; savaş gibi, yönetimlerin değişmesi gibi büyük sıçrama anlarını, bu eğilimlerin belirlediğini düşünürüm. İşte “Türklerin ve Moğolların eski Dini” de bu anlamda minör gibi görünen, major bir çalışma. Hem 30 yıllık bir birikimin ürünü hem de Jean Paul Roux’nun diğer çalışmalarıyla yeniden yarattığı evrenin olmazsa olmazı.
Yazarın, Türkleri ve Moğolları yan yana ele almasının sebebi her iki halkın da Altay dil ailesine üye olması. Dil ailesi bir yana, bu iki halkın tarih boyunca tartışmasız bir şekilde çok yakın ilişki içinde olmaları da yazar için son derece belirleyici olmuş. Hikayeyi tarih öncesinde Türklerde ve Moğollarda dinsel düşüncenin gelişimiyle başlatıyor Roux, Yani Türk ve Moğol kelimelerinin ortaya çıkışından önce yaşayan Türklerin ve Moğolların kim olduklarını açıklıyor. Bu ilk bölümde yer alan “Türklerin İslamlaşması”, kitabın en dikkat çekici bölümlerinden biri, Türklerin şaşılası bir şekilde hızla İslamlaşmasının temelinde yatanları da, Şamanizm inancı alışkanlıklarının günümüze dek ulaşan yansımalarını da gösteriyor okurlarına Roux. Ona göre Türklerin eski dini, bugün hala yaşatıldığı iddiasının ileri sürüldüğü Sibirya ve Altaylardan çok daha iyi bir şekilde Müslüman ülkelerde korunuyor.
Bir elma ağacı altında yuvarlanarak kısırlığının geçeceğine inanmanın temelinde yatan ağaç kozmolojisini, o büyük hikayeyi okumak; Türkçede cinsiyet ayrımı yapılmadığı için yıldız adlarının da cinsiyetsiz olması, bu cinsler arası eşitlikçi durumun yanı sıra diğer basat pek çok kültürün aksine güneşe ana, aya baba dendiğini hayretle görmek; doğayla bir bütün halinde yaşan eski Türklerin hayvanlara ve bitkilere bakarak geliştirdikleri yaradılış efsanelerinin ruhani gerçekliği; bugün fizikte de tartışılan, o tüm nesnelerde bulunan yaşam enerjisinin varlığının kabulü üzerine kurulan yaşam anlayışı, bu kavrayışla şekillenen büyüleyici bir gündelik hayat... “Kozmik düzeyde gök hem tekliği hem çoğulluğuyla hissedilir; bitkisel düzeyde her ağaç bir bireydir, ancak kendisi de bir toprağa, bir bölgeye ve tüm dünyaya ait olan ve orman denen kolektif bir varlığın parçasını oluşturur; madenler dünyasındaysa her taşın bir ruhu vardır ve bütün taşların ruhları bir taş yığınının tek olan ruhunda birleşir. İnsan düzeyinde her kişi, günlük dilde pek çok ruhu vardır şeklinde tanımlandığı gibi, birkaç güçten oluşmaktadır; ayrıca ailesinin, kabilesinin, boyunun, hatta imparatorluğunun ortak ruhlarına bağlıdır.” Roux’nun çalışmasını okudukça, bugün modernizmin yıkılan büyük projesinin yerine koymaya çalıştığımız, yeni ruhani farkındalık arayışlarının, tarihi bir karşılığıyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.
Türklerin ve Moğolların Eski Dini’nin büyük bir bölümü içeri gereği Şamanizm dinine odaklanıyor. Köklerimizi anlamak kanımca bu az bilinen büyük dinsel yapıyı bilmekten geçiyor. Bu bakımdan Roux’nun çalışması Mircae Eliade’nin Şamanizm’i ile birlikte Türkçede yayımlanan en önemli kaynak kitaplardan biri. Tarih kitaplarının dili ve anlatım biçimiyle ilgili pek çok zorluklara katlanmaya alışmış tarih okurları, bu çalışmada ayrıca farklı bir okuma deneyimi de yaşayacaklar, diyebilirim.
Oylum Hanım'a bu güzel yazısından dolayı teşekkür ederim...
Ben de Türklerin Tarihi'ni okuyup, bu kitabı da okuma sırasına koyanlardanım. Kitaplığımda duruyor ve sırasını bekliyor...
Türkler ve Moğollar çok yakın iki millet. Aynı dil ailesinin yanı sıra, aynı coğrafyayı, aynı gelenekleri ve aynı dini paylaşmışız. O dönemde göçebe yaşayan ve şehirler kurmayan bu iki milleti birbiriyle yan yana yaşayan yakın kabileler gibi düşünebiliriz.
Zaten, kurdukları devletlerde de yüzdesel olarak neredeyse yakın nüfusta olmuşlar. Amca çocukları diyebiliriz yani bu iki millet için :)
Örneğin Timur'ın baba tarafı Moğol, anne tarafı da Türk'tür.
Türklerin Tarihi'nde de din konusu geniş kapsamlı anlatılıyor. Günümüzde Alevilik denen akımın (tarikat kelimesini özellikle kullanmadım) İslamiyet ile Türklerin şaman geleneklerinin birleşmesi olduğunu görüyoruz. Alevi dedelerinin de şamanlar olduklarını... Bu Hoca Ahmet Yesevi ile başlıyor. Hacı Bektaş-ı Veli de Ahmet Yesevi'nin öğrencisi. Daha sonra Anadolu'ya geliyor ve bu akımı yayıyor. Göçebe türkler için de eski dinlerinden öğeler bulunan bu islamiyet yaşamı daha kolay ve ilgi çekici duruyor...
Örneğin, mezar taşı bir şaman geleneğidir ve islamiyette yoktur. Hala günümüzde yağmur duasına çıkılıyor, kuyularda kesik at kafaları bulunabiliyor.
Sonuca gelirsek:
Türklerin mükemmel bir uyum kabiliyeti bulunuyor. Göçebe hayattan yerleşik hayata o kadar mükemmel uyum sağlıyorlar ki, Şiraz'da Tebriz'de o kadar çağdaş şehirler kuruyorlar ki! O dönemde İran'da sanat en üst düzeye çıkıyor..
Ama Osmanlı neden Avrupa'da yaşanmakta olan reformlara uyum sağlayamıyor? Neden çöküşe doğru gidiyor?
Bunun sonucunu da Yavuz Sultan Selim'le birlikte kazanılan halife ünvanında bulabiliriz. Bu dönem sonrası Osmanlı devleti koyu bir dini devlet düzenine giriyor.
Tarih boyunca da görüleceği üzere, İslamiyet gelişmiş, ufku açık toplumlar doğurmuyor. Bilakis eğitimsiz, fazla düşünmeyen ve ibadet eden ümmetleri yaratmak istiyor. İşte türkler de bu aşamada kaybetmişlerdir.
Tarih Oylum Hanım'ın da dediği gibi, günümüze o kadar işaret ediyor ki, şimdi de bu süreçleri yaşıyoruz aslında...
Yeni yorum gönder