Amerikan edebiyatının, modern İngiliz dilinin en büyük ustalarından biridir kuşkusuz John Updike. Ona arka arkaya iki Pulitzer ödülü kazandıran “Tavşan” dizisi ise, modern klasiklerden kabul edilir. Dizinin Türkçeye çevrilen ilk kitabı “Tavşan Kaç”la başlayan dizinin dilimizdeki serüveni “Tavşan Dibe Vurdu” ile devam ediyor.
Tavşan, çağımızın en önemli edebi kahramanlarından biri. Sıkıcı denebilecek kadar sıradan, beyaz, ortasınıf bir Amerikan erkeği o. Gelecek vadeden spor hayatı sona erince kendini orta sınıf aile ortamı içinde ne yapacağını bilemez bir vaziyette bulmuş, ne yapması gerektiğinin de üzerinde pek düşünmeden yaşayıp giden, kültürsüz, budala bir kahraman. Ne sevilesidir ne de sevimli. Ama her insan gibi Tavşan da kendini pek öyle görmez. Zira içinde kötülük var da diyemeyiz. Onu dizinin ilk kitabı “Tavşan Kaç”la tanırız. Hayata karşı en büyük savunması zora gelince kaçmaktır, ama öyle çok da uzaklara değil. O Amerikan’ın herhangi bir kasabasında karşımıza çıkabilecek herhangi biridir, fazlasıyla içeridendir. Ve işte tam da bu yüzden John Updike’ı edebiyat evreninde ölümsüzleştirmiştir.
Amerikan ruhunu soyan yazar
Updike, Tavşan’la 1960’lardan günümüze Amerika’nın ruhunu yazar, Amerika’nın ruhunu soyar. Dizinin ikinci kitabı “Tavşan Dibe Vurdu”da, kahramanımızı iki çocuğundan birini kaybetmiş, babasının çalıştığı matbaada oldukça az bir ücret karşılığı linotipçilik yaparken buluruz. Karısı onu Armstrong aya ayak basmadan bir gün önce terk eder. Ergen oğluyla baş başa kalan Tavşan’ın durup beklemekten başka yapabileceği bir şey yoktur. Karısına öfkelenmek, onu geriye getirmeye çalışmak ya da onu boşamak; bütün bu çıkış yolları Tavşan’a oldukça uzak. Ama başta da dediğim gibi Tavşan, genellikle pek de uzaklara kaçamaz. Babası, annesi, iş yerinden tanıdıkları, ona kendilerince bir yol göstermeye çalışırlar ve bütün bu yollar Amerikan rüyasının içinde kahramanımızın hayatını daha da çetrefilleştirmeye yarayacaktır sadece. Tavşan, Vietnam Savaşı’yla yüzleşmeye, hippilerle baş etmeye çalışan, aya ayak bassa da toplumsal olarak hızla dibe vuran Amerika’yla birlikte daha da dibe vuracaktır.
Uçları birbirine ekleyen bir terzi gibi…
Tarihini talihinden ayırt etmek Tavşan gibi kahramanların harcı değildir zaten. Irkçı ve muhafazakar geçinse de siyahların takıldığı bir barda tanıştığı beyaz hippi Jill ve siyah bir kanun kaçağı olan sosyalist Skeeter hayatına, hatta evine girecektir. Tıpkı Amerikan’ın ta içine girdikleri gibi... Oğlu, hippi sevgilisi ve istenmeyen zenci misafiriyle ayrıksı bir hayat yaşamaya başlar Tavşan. Durmadan uyuşturucu içilen evinde, ırkçılık, Vietnam savaşı ve orta sınıf Amerikan hayatı tartışılır. Bu dört insan; Tavşan, oğlu Nelson, Jill ve Skeeter, kısa bir süreliğine de olsa birbirlerine bağlanırlar. “Yağmur zarifçe birbirlerine bağlamıştır onları, parmaklarını hafif hafif vurarak, evde baştan aşağı uçları birbirine ekleyen bir terzi gibi, koca bir cüppe hazırlıyordur.”
Ancak birlik dağılmaya yazgılıdır. Tıpkı Amerika’da da olduğu gibi. Hippi Jill, uyuşturucuya ve umutsuzluğa kurban gidecek, Nelson büyüyecek, Skeeter yoluna bakacak ve Tavşan, onu var eden ‘öz’den, özünden elbette ki kopamayacaktır. Bu umut verici ama zayıf, hatta naif diyebileceğimiz birleşmeyi tek bir çatı altında toplayan John Updike, birliği o çatıyı yok ederek, yakararak dağıtır. İçerinde bulundukları toplumdan onları yırtılmaya yazgılı incecik bir zar gibi koruyan evi kim yakmıştır peki? Olsa olsa içeriden biri…
Updike, muhteşem bir ayrıntı zenginliğiyle durmaksızın çeşitli toplumsal resimler yapar, sonra da hepsini karalayıp atar gözümüzün önünde. “Tavşan” dizisi tam bir Amerikan eleştirisidir: Vurucu, içeriden ve cesur. Aynı zamanda sistemin çıkışsızlığına, içe işlemişliğine dair de bir ağıttır, ağıtlara gülüp geçen cinsten.
“Tavşan Dibe Vurdu”nun çok iyi bir çeviriyle Türkçeye kazandırıldığını da söylemeden geçmek istemem. Updike’ı tanımak için harika bir fırsat...
Yeni yorum gönder