Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Yirminci yüzyılın “dönüş”ü yoktu…




Toplam oy: 2107
Andrey Platonov
Metis Yayınları

Andrey Platonov, kaderi, kelimelerinin kaderiyle aynı yoldan giden büyüleyici bir Rus yazar. 1950’de ayrılmış bu dünyadan ve ölmeden önce pek çok hikaye kaleme almış ya, biz onun adını ancak 1990’lardan sonra, KGB’nin edebiyat arşivini kısmen halka açmasının ardından duyduk.  Çukur adlı romanının Türkçeleştirilmesinin ardından şimdi de seçme hikayelerinden mürekkep “Dönüş”le Türk okurunun karşısında. “Dönüş”te yer alan hikayeler öylesine dokunaklı, öylesine hüzünlü ve öylesine duru bir duyarlığa sahip ki onları okurken, yazarın bu kadar sade bir anlatımla insanın içini nasıl olup da sonuna kadar doldurduğuna şaşırıyorsunuz öncelikle. Şaşkınlığı üzerinizden attıktan sonra da “öykü” dediğimiz edebi türün en etkileyici örneklerinden birkaçını okumanın tadına varmaya başlıyorsunuz.  Her biri dikta rejimlerinin insanlığı kuşattığı, ezip geçtiği çağa doğru yazılmış bir ağıt gibi “Dönüş”te yer alan öyküler, yazılmak bir yana en insani, en vicdani yerinizde durup dillenen geçmişe ait, geleceğe dair sesli sözcükler, sözcükler...

Platonov’un öykülerini sosyalizm eleştirisi gibi okumak, yazarı bir ömür boyu yutan önyargı karanlığına geri göndermek olur ancak. İnsan ruhunu parçalara ayıran ve bir daha eski yerlerine koyamayan bir değişimi, ölümcül bir dönüşümü yazmıştır çünkü sadece... Sosyalizm, komünizm, faşizm... Mış gibi yapan ezici ideolojilerin, diktatörlerin ortalığı silip süpürdüğü bir dünyanın insanlarıdır Platonov’un anlattığı. Köhnemiş tren garlarında, emeğin karşılığında ancak açlığın bir adım ötesini verebilen fabrikalarda, yarı yıkık evlerde, bakımsız bahçelerde, artık yerinde olmayan parklarda; makinelerin dişlileri arasında kadınlıkları ezilen, sevgilerini gölgelerle doyurmaya çalışan yapayalnız kadınlar, yoksulluktan ve umutsuz bekleyişlerden başka herhangi bir geleceğin vaat edilmediği çocuklar ve dönecekleri bir evleri, hayatları olduğunu nicedir unutmuş, hem ruhen hem bedenen sonsuza dek sakatlanmış asker-erkekler... Bilinmeyen bir sonu umutsuzca ararken, hayatı unutan, unutmak zorunda kalan kahramanlardır bunlar ki ruhları ister istemez 20. yüzyılın başından 21. yüzyıla geçer. İçlerinde kendilerinden sonra yaşayacak dünyayı da kana bulayacak temellerin atıldığını fena halde bilir gibidirler. Sadece Platonov’un kahramanları değil, çok az betimlenseler de öykülerinin atmosferini oluşturan yalnız ağaçlar, ayağa takılan kararmış taşlar, öykü kahramanlarının ansızın içlerinde kendilerini görüp irkildikleri berber dükkanlarının vitrinleri, gecenin, kasabaların ve hayatın içinden geçip giden trenler de bilir sanki...

Platonov’un kahramanları için, 20.yüzyılın başlarında yaşanan insanlar için iyilik, güzellik, refah adına ne varsa ortada ancak dünya dışı olarak algılanabilir. Bu algılayış yazarın öykülerinin, her şey bir yana, en yürek burkucu özelliklerinden biridir. “Garın arkasında yeni bir demiryolu kasabası vardı; evlerin beyaz duvarlarında ağaç yapraklarının gölgeleri kıpırdanıyor, yaz akşamının güneşi, adeta saydam, solunacak hava barındırmayan bir boşluğun içinden sızarak, berrak ve mahzun aydınlatıyordu tabiatı ve konutları... Gecenin arifesinde dünyadaki her şey fazlasıyla açık seçik, göz kamaştırıcı ve düşseldi –bu nedenle dünyanın kendisi hiç yokmuş gibi geliyordu insana.” Hiç geri dönmeyecek kocasını, hayatının aşkını büyük bir hırsla, tutkuyla bekleyen 20 yaşındaki Fro’nun dünyayı algılayışı gibi, ya da Hitler karşıtı olduğu için kendini bir uzay bilimciden sakat bir hayvana dönüştüren Albert Lichtenberg gibi, aklı Maşa’nın orman kokulu saçlarında kalan ve evine ruhen hiçbir vakit dönemeyecek olan yüzbaşı Aleksey gibi... Umut dolu bir dünya yoktur. Onlar için aslında dönüş de yoktur, bir dava ya da ideal de yoktur... Geçmişlerinde de zaten hiç olmamıştır. Platonov’un çok derinden kavradığı şey, insanlık dramı dediğimiz şeyin ta kendisidir, yani her şeye rağmen onurlu bir yaşam mücadelesidir... İşte bu kavrayışla, kaleme aldığı öykülerin sarsıcılığı artar, artar. Dönüş kelimesi bir umudu ifade eder, geçmişe dair bir beklentiyi, “Dönüş”ün öykülerinde ise ironik bir biçimde sadece ve sadece dönüşüm vardır; acıya, umutsuzluğa, bekleyişlere ve gelecekte hayat bulamayacak bir dünyaya doğru...

“Dönüş”, Platanov’u, 20.yüzyılın bu mütevazı ve bir o kadar büyüleyici yazarını tanımak için şahane bir fırsat.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.