Bilimkurgu… Fantastik edebiyatın uzak akrabası… Fanteziyle aralarında pek çok kesişme noktası var ama bir tane de çok belirleyici, çok keskin bir ayrılma noktası. İmkansızla ilgili bir ayrılmadır bu. Bilimkurgunun niyetiyle ilgilidir. Bilimkurgu, fantastiğin aksine, imkansızı temsil etmeye niyetlenmez çünkü. Yani kısacası, anlattığı şey, spekülatif olarak mümkündür. İşte tam da bu nedenle bilime yaklaşır ve tür olarak ismini alır. Uzay yolculukları, zaman yolculukları, başka dünyalar, paralel evrenler, denizlerin altı… Hepsi olasılık dahilindedir. Büyünün ama bilimin açıklayabileceği bir tür büyünün içinde yaşamak gibidir. Çoğu zaman dışarıdan bakıldığında imkansız teknolojilerin teknik anlatımına boğulmuş gibi görünse de, bugün iyi bilimkurgu dediğimiz şeyde insan ve topluma dair felsefi bir önerme ya da en azından ciddi bir altyapı buluruz. Başka dünyalarda ya da uzak geleceğin dünyasında insanı ve kültürü arar bilimkurgu. Tıpkı onun kurucularından biri olarak kabul ettiğimiz Isaac Asimov gibi.
Sonsuzluğun Sonu, Asimov’un ömrü boyunca kaleme aldığı beş yüz astronomi, tarih, kimya, arkeoloji, bilimkurgu kitabının en önemlerinden biri. Asimov’un geride bu denli geniş bir külliyat bırakmasının, hayatının sonuna kadar günde sekiz saatten fazlasını yazmaya harcamasının bir nedeni vardır: İnsan uygarlığını korumak ve gelecek nesilleri düşüncesiyle etkilemek. İşte Sonsuzluğun Sonu’nun bu denli önemli olmasının nedeni de bu. Çünkü Asimov, bu kitabıyla hem uygarlığa ve bilime dair yaklaşımını net bir şekilde ortaya koyar hem de kitleleri etkileyecek Vakıf Serisi’nin temellerini atar. Aslına bakarsanız hikaye anlamında bir başlangıç kitabından söz edemeyiz. Yani Sonsuzluğun Sonu’nu okumadan Vakıf Serisi’ni okumak mümkündür elbette ama düşünsel anlamda bir kurulum söz konusudur. Asimov, bu romanıyla üzerine inşa edeceği o dev uzak gelecek kurgusunun temelini atmıştır. Yani kısacası, Sonsuzluğun Sonu’nu okumak çağdaş bilimkurguya ve Asimov külliyatına etkileyici bir giriş olacaktır...
Sonsuzluğun sırrı
Uzay ve zaman yolculukları, başka dünyalar, paralel evrenler, denizlerin altı… Hepsi olasılık dahilinde, bilimin açıklayabileceği bir tür büyünün içinde yaşamak gibidir.
Bir aşk hikayesidir Sonsuzluğun Sonu. Aynı anda gelecekte ve geçmişte geçen, aynı anda geleceği ve geçmişi belirleyen... Zamana dokunur Asimov ve oradan lekeli, savaşlarla, kötülükle, yanlışlarla, kıyımla, cehaletle dolu bugünü, her şeye rağmen koruma altına alarak çıkar. Çünkü zaman düşüncesi yazarı ister istemez gerçeklik kavramına getirir.
Hikayeyle devam edelim. Kahramanımız Andrew Harlan’dır. O, bir sonsuzdur. İnsanlık, 24. yüzyılda zamanda ileri geri hareketi keşfetmiş, bu keşif giderek gelişmiştir. Öyle ki, çok fazla enerji gerektiren bu hareket için bilim insanları, çok küçük bir zaman alanını güneşin süpernovaya dönüştüğü ve akıl almaz bir güç ürettiği uzak geleceğe kadar ulaştırmışlar ve bu alandan büyük bir enerji çekimi yaratmayı başarmışlardır. İlk icat edildiğinde bir kibrit çöpünü iki saniye geleceğe ve iki saniye geçmişe götürebilen insanlık, uzak gelecekten aldığı enerji sayesinde, zaman dışı alanda artık bir sonsuzluk birimi kurmuş, zamanları, insanlığı ve uygarlığı yönetmeye başlamıştır. İşte Harlan, bu nedenle sonsuzdur. İçine doğduğu zamandan koparılıp birime alınan ve kısa zamanda hızla yükselen parlak bir teknisyendir. Teknisyenlik, güç anlamında büyük bir itibarı getirse de, hem sonsuzlukta hem de zamanın içinde pek muteber bir meslek olarak karşılanmamaktadır. Çünkü teknisyenler, sanıldığı gibi sadece zamanlar arasında gidip gelmekle kalmazlar, zamanı ya da daha açık olmak gerekirse, gerçekliği değiştiren kişilerdir. Tek bir hareketleriyle bir uygarlığı yok edip binlerce insanı hiç olmamış gibi yeryüzünden silebilirler söz gelimi. Ya da ileride nükleer bir savaşa yol açacağından şüphelendikleri bir dini inanışı, insan ruhundan ve benliğinden sonsuza kadar kazıyabilirler. İnsanlık onlara hizmet eder, ama onlar hiç yokmuş gibi yaşamayı tercih eder. Çalışma arkadaşlarının bile göz göze gelmemeye çalıştıkları kişilerden biridir Harlan. Duygudan, toplumdan, hatta kendi benliğinden bile azade olan, bir tür yarı-tanrıdır. Ta ki âşık olana kadar!
Hikayenin burasında, bilimkurgudan distopyaya göz kırpar Asimov. Sonsuzluk Birimi mükemmel bir sistem geliştirmiş gibi görünse de, bu görünüşte olan bir işleyiştir. İnsanın kendisi adına ister istemez yarattığı her türlü olumsuzluğu yok etmek ve gerçekliğe müdahale etmek kusursuz bir dünya yaratmışsa da, bu kusursuzluğun büyük bir kusuru vardır: İnsan evrimi tamamen durmuştur! Hayatta kalma konusunda olumlu/olumsuz bir çaba göstermedikçe varoluşunun devam etmesi mümkün değildir. Varoluşun devamı ise, milyarlarca yıl sonra yok olacak bu güneşin ve gezegenin ötesine insanlığı taşıyabilecek bir teknoloji geliştirebilmekten geçer. Aşkla başlayan bir aydınlanma yaşayacaktır kahramanımız ve bu noktadan sonra soluk soluğa bir hikayenin içine çekecektir bizi, yani sonsuzluğun kaderine ve belki de sonuna...
Uzak geleceği, zaman yolculuğunu hiçbir klişeye yenik düşmeden kurgulamayı başaran yazar, bilimsel gelişmelerin ve teknolojinin gelişim yönüne dair de net bir fikir ortaya koyar bu kitabıyla. Bilim dediğimiz şeyin, doğal gelişimin bir parçası olmaktan başka çaresi yoktur. Doğal gelişime kendi adına müdahale ettiği her noktada insanlık adına başarısızlığa uğrayacaktır. En başta düşüncesiyle insanlığı etkilemek amacıyla yazdığından söz etmiştim Isaac Asimov’un, Sonsuzluğun Sonu bu amaçla kaleme alınmış; zaman, gerçeklik ve aşk üzerine epik bir başyapıt.
* Görsel: Nihan Sarı
Yeni yorum gönder