yenilendim. başladım. marifetmiş
ândır tozu alınmış sehpada
bana ak sabun kokusu söylendi
lavantanın en çingenesi: başla
açılmış çarşaf gibi intizamlı
buruştur, ölüyorum kokladıkça
benden kalan beni de terk edeyim
dokun bana itiraz açıldıkça
başlamak zor öğretilen hayatta
uzun boşluklar soğutur biz!i
birikirken yalana alışmaya
uzağım hayat. şimdi sen başla
yeniden sevinçle boşluklarda
her korkuya bir tanrı mı gerekir
kendimle başbaşa kaldığımda
kelimeler üşüşüyor. hepsi kir


Orhan Alkaya (1958): Uzun zaman var ki, o yalnızca bir eylemci olarak tanındı. Ne şair, ne aktör, ne tiyatro yönetmeni; insan hakları savunucusu bir aydın, yeni deyimle bir aktivist, bir sivil itaatsiz. Yaşananların onu vicdanından tutarak çektiği fiili durum, kimliğine sımsıkı yapıştı. Ona sorsalar, o yalnızca “Âsude’nin Babası” olarak yaşamayı bütün rollere yeğleyecektir. Kızına aşık baba bir eylemci. Bize sorarsanız (Biz kim? Onun çevresinde “kardeşim” dediği birtakım insanlar) onun şair yönü, bütün kimliklerine baskındır; o pek önemsemediği için öncelemez bu yönünü. Öbür rolleri şairliğinden ve şiirinden güç alır daha çok, çünkü şiiri yüksek bir ruhsal enerji yüklüdür. Öyle bir enerji ki, geçmişin bütün “iyilik” mirasıyla geleceğin “iyi olma özlemi”ni bir özgürlük seçimi gibi üstlenebilme cesareti verebilmiştir ona. Geçmişin iyiliği mi? O şu: Yeri geldiğinde “Spartakus benim!” demeye hazır, mağrur bir ruhsal miras. Önemli değil gerisi. “Spartakus kazanmaz asla, Sparta kazanır.” Ama, “biz, büyüyen kiplerin tanrıları/ ve cümle yitikleri, mağluplar, mahzunlar/ bir meyhaneyi bile haneye çeviremeyiz artık” diyorsa bu yalnızlığa çekiliş içindir; ya da “terkediliş mangalarının karşısına” çıkacaktır az sonra. Orada, o “kuytu labirentte”, şiiriyle dünyanın günahlarını yüklenmeyi öğrenecek ve bu öğrenmenin bedeline hazırlanacaktır. Yukarıdaki şiirde de olduğu gibi, suçlu başkası olamaz, ben’imdir: “eksik kalan bir şeyler mi var? demek eksiğim hâlâ... / çıldırasıya merak ettiğim kendim oluştaki yetersizliği de/ kabul ediyorum”. Yenilirse böyle yenilmeli, eşsiz bir okula geçebilmek için, bütün yenilmişler için ve bütün galiplerin arabı olarak yenilmeli insan. Sisyphos olmak bir kader olduğu kadar bir seçimdir de; taşı sırtından fırlatıp çıkmaz oyundan. Her şeyin politik olduğunu bildiği için, hiçbir şeyi politika olsun diye yaşamaz Orhan. Tarihte “şövalye ruh” da denmiştir bu huya. Bazen onu, jestleriyle, giyim tarzıyla, kimi halleriyle, ülkesi işgal edilmiş bir Fransız direnişçinin, şair direnişçinin, (Rene Char örneğin) illegalitede papaz kılığına girmiş hali gibi duyumsarım. Az sonra sert bir eyleme hazırlanmalıyım ama bir yandan da hücreme gelen insanları dinlemek zorundayım. (Son günlerde vaaz halinde olsa da bize karşı; dinler, insanı dinler. Biz kim mi?) Herkes, yalnızlıktır, bu vahşet dolu kaosta. Bir “iç mesel”dir bu, şunla bunla ilgili değildir. Bu bilinçle, gün gelecek, “yalnızlığımdan dönmek istiyorum bugün, altımda bir dünya” diyebilecektir. Merhametli Zerdüşt! Ne 12 Eylül büküp eğmiş onun bu ruhunu, ne de liberalliği erdem sayan sanat ortamı. Şiiri seçmiş midir yoksa şiire sürgün edilmiş midir; ikincisinin daha büyük olasılık olduğunu düşündürür şiirleri. Başka bir ses istemez gibidir; romantik bir isyancıya şiirden başka bir ses olur mu? Olursa şu: zaferden sonra meydana toplanan kalabalığa seslenirken yüreği kabaran, ağlamamayı sesindeki titremeye yeğleyen Che’nin sesi uyar ona. Ama şimdi gün o günde değil, Yenilgiler Tarihi’nin içindedir, belki hep öyle kalacaktır. O tarihi yazarken düşkünleşmemek, teslim olmamaktır bütün meselesi; sesindeki kavilik de oradan gelir. Bir derdi, bir davayı, bir kederi, bir öfkeyi, bir tutkuyu şair olmaktan önce üstlenmişlik içerir şiirleri. Şiirini önceki şiirden daha çok, gençliğinden alarak gelmiş şairlerdendir. Bunun bir kusur olduğu kadar bir kazanç olduğunu bilecek denli içindedir şiir evreninin. Türkçe şiirin bir parçası olmayı Tevfik Fikret’i bugünkü dile çevirerek başlamıştı. Dıranas’tan sonra bu deneyime girişmek, ancak bir Jöntürk romantizmine, bu çeviriyi 12 Eylül’ü reddetmenin bir yolu olarak düşünmüş bir eylemciye mahsustu. Yazık ki devam etmedi; başladı, getirmedi. Ama o Türkçeleştirme emeği, şiirindeki sesi de belirledi. Her zaman toplumsal bir yükü üstlenmeye hazır bir şair mirasını devralmaktı aynı zamanda bu. Vatanı yeryüzü, ulusu tüm insanlık; o kalabalıkta fikri hür, vicdanı hür bir aydınlık. Şiirindeki sözünü aziz inancıyla yaşadığı için, biz onu daha çok eylemci biliriz. “Biz” mi kim?...

Yeni yorum gönder