Eleştiri Arşivi
Eleştiri // En çok okunanlar
//php print_r ($fields); ?>
Unutma, hatırlama, hafıza kaybı sinema ve edebiyatın sık işlenen konularından. Örneğin 2000’li yıllarda anaakım sinema hattından tamamen ayrılmadan bu konuyu işleyen Memento, Vanilla Sky ve tabii öncesinde Abre Los Ojos ilgi uyandıran yapımlardandı.
//php print_r ($fields); ?>
Genç bir yazarın edebi serüvenine şahitlik etmek ne güzeldir. Hem o yazarın dilinin, üslubunun, zihninin olgunlaşmasını izlemek hem de yaptığı yenilikleri, aldığı riskleri, denediği türleri görmek mümkündür. Diğer yandan da, yazarımızın eserlerini kronolojik bir sıraya koyup işlediği konuları ve o konuları ele alırken takındığı tavırları görmek, edebiyat sosyolojisi yapmayı da sağlar.
//php print_r ($fields); ?>
2000’li yıllarda İskandinav ülkelerinde polisiye edebiyatın yükselişine tanık oluyoruz. 1960’lı yıllarda İsveç’te Maj Sjöwall ve Per Wahlöö’nun Martin Beck dizisi ile başlayan sürecin bugün ulaştığı noktada artık uluslar arası bir başarıdan söz etmek gerekir.
//php print_r ($fields); ?>
Son yıllarda biraz daha yakından tanıma olanağı bulduğumuz Will Self, Türkçede yayımlanan son romanı İzmarit’te giderek boğucu bir hal alan küresel sigara içme yasaklarından ilham alıyor. Buradan bakınca İzmarit, kamusal alanla özel alan arasındaki sınırın günden güne görünmez kılındığı çağdaş düzenleme ve denetleme mekanizmalarının bir yergisi olarak da okunabilir.
//php print_r ($fields); ?>
Spor muhabirliği yaparak başlamıştım metin yayınlamaya. Fenerbahçe’yle ilgili bir haber yazmıştım, ilk imzamı orada gördüm. O gazete sayfasını çerçevelettim, hâlâ saklarım. Farklı konularda yazılar yazsam da aslında üç aşağı beş yukarı aynı konular arasında gidip geliyorum. Bilmediğim hiçbir konuda da yazmamaya çalışıyorum.
//php print_r ($fields); ?>
Fantastik kurgu ve bilimkurgu gibi gerçeklik dışı türleri “prestijli” görmeyen, gerçeklikten bahsetmeyen metinlerin “boş iş” olduğunu düşünüp, bunları okumayı “vakit kaybı” olarak nitelendiren “yüksek” edebiyat tutkunu insanları bilirsiniz.
//php print_r ($fields); ?>
Çok yıllar önceydi; televizyonda filmini izlemiştim. Billy Wilder’ın yönettiği 1944 yapımı filmde “femme fatale” rolüyle Barbara Stanwyck’in ve başrolde oynamamasına rağmen Edward G. Robinson’ın performansları muhteşemdi. Hikayesi çarpıcı olmakla birlikte çok da şaşırtıcı değildi benim için.
//php print_r ($fields); ?>
Ken Bruen, Baudelaire Paranoyası’nın girişinde amacını şöyle tanımlıyor: Dengeli bir İngiliz erkeğini (ki çoğu öyledir) dengesiz hale getirmek. Dengesini yitirmiş bir İngiliz erkeğinden tehlikeli hayvan da zor bulunur.
//php print_r ($fields); ?>
Son dönemde okuduğum “durgun” ama “çarpıcı” romanlara bir yenisi daha eklendi. Dünyanın anaforlarından uzak yaptığım bu sakin okumaların ruhuma sunduğu iyilik bir tarafa, her seferinde bir okur olarak en çok durağanlığın o gizli gücüyle karşılaştığıma seviniyorum.
//php print_r ($fields); ?>
Onca hikayeden sonra filmi başa sarıyoruz. “Jack Kerouac'tan okumadığımız ne kaldı?” sorusuna, Deniz Benim Kardeşim güzel bir yanıt. Yirmisine yeni basmışken kaleme aldığı kitap, Kerouac'ın özgürlüğe doğru gidişini, yola tam anlamıyla çıkışını simgeliyor. Yolun ve yolculuğun başlangıcının Kerouac için ne anlama geldiğini ortaya koyuyor.