Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya // Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar / Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya...
Gülten Akın’ın İlkyaz’ı dilimin ucunda, aklıma takılı, okudum elimdeki yeni kitabı, kısacık bir gün ve şiir boyunca... Birileri daha ince şeyleri anlamaya, onlara vakit ayırmaya davet ediyordu, ince ince ses yükseltiyordu, dikkatimizi çekmeye çalışıyordu. Şaşırmadım hiç, ne de olsa ilkyaza çok az kaldı diye düşündüm ve davete bir şiirin sonu gibi ıslıkla cevap verdim...
Elimizi ayağımızı mutfaktan da, evden de çekip alan modern zamanlara karşı kaleme alınmış; gönlümüzü doğaya ve kültüre, damağımızı binlerce yılın geleneksel lezzetlerine açmamızı salık veren; bizi durup ince şeyleri anlamaya, cümle inceliklere ince ince, öykü öykü davet eden yemek-manifestolarıydı okuduğum... Ya da “Acı Çikolata”dan tanıdığımız Laura Esquivel’in Saklı Lezzetler’i...
Beklenen içsel devrim ve onu gerçekleştirecek yeni insan... Yeni insan, yeni düşünce demek; binyıllardır evrimleşen aklın, ruhu da beraberinde evrimleştirmesinin zamanı geldi demek. Ve devrim, tüm diğerlerinin aksine içeriden dışarıya olacak demek...
Esquivel tam da bu umut üzerine, yeni insanı insanlara anlatmak, onlardan beklemek, var etmelerini ummak üzerine yazıyor: “Yeni insan okuyarak yaşayan ve yaşamı okuyan, yazını okuyan ve yazını yaşayan, yaşamı yaşayan ve yazının kaynağı yaşam olduğundan yaşamı yazıda yeniden bulan insandır. Bu içsel metin parçacıklarıyla yaşama tekrar teması sağlamak; okumanın derinliğiyle yaşamanın tek çıkar yol olduğunu, yaşamdan tat alınmazsa yaşamanın bir kıymeti olmadığını, yaşam tadı taşımayan bir yazının var olamayacağını insanlara yeniden hatırlatmak için” yazıyor... Doğayı ve kültürü, erili ve dişili, yazıyı ve yaşamı birlikte ele alan metinler bunlar. Edebiyata mutfak içinden el uzattıkları ise kesin. Aksi halde kitapta yer alan her metnin, hem bir öykü hem de bir yemek tarifi olması mümkün olmazdı.
Yazarımız kadınların evrenin temelini oluşturan dört elementi; havayı, suyu, ateşi ve toprağı işleyerek simyacı-rahibelere dönüştüğü mutfaktan hiç çıkmadan anlatıyor öykülerini. Mutfak, ona göre insanın ebedi yalnızlığından kurtulabileceği, aşkı bulabileceği, aşkı yaşayabileceği yegane mekan, bir tür sıcak sığınak ve hatta ruhani devrimimizin de merkezi. Kulağa biraz çılgınca geliyor belki devrimle mutfağı özdeşleştirmek ama bugün kafamızı kaldırıp dünyadaki muhalif hareketlere baktığımızda en kuvvetli hareketin midemizden başlayıp toprakla, doğayla ve dünyanın enerji kaynaklarıyla ilişkimizi yeniden, yeni bir ahlakla düzeltmek üzerine geliştiğini görüyoruz. Slow Food hareketi, tüm gıda topluluklarını bir araya getiren Terra Madre’ye, Hindistan’daki sefertası hareketi küçük çiftçilerin varoluş mücadelesine dönüşüyor... Yanlışlarımızı mutfaktan başlayarak düzeltmek istiyoruz belli ki, içimizde bir yerlerde bilge bir ses, “ne yersen o’sun” diye fısıldamayı sürdürüyor.
Evimizdeki ve içimizdeki cadı annelerle yüzleşip onları dönüştüren küçük kız, zayıflatan mayonez ve donut arasında kalan kadın, acı biberin insandan önce yaratıldığına kani Meksikalı, şişmanlamanın dünyanın sonu değil belki de başlangıcı olduğunu düşünen restoran sahibi, varlıklarının özlerini besinlere bırakan tanrılar, iyilik ve kötülük ağacının meyvesi sayesinde yaratıcı Tanrı’yla aynı bilgeliğe erişip hadlerini aşan ve cennetten kovulan Adem’le Havva ve diğerleri... Elma çorbası, kestane suflesi, Oaxaca’nın siyah sosu ve kutsal ekmek eşliğinde boy gösteriyorlar. Laura Esquivel’in tüm kahramanları, düşünceleri, yaptıkları ve yedikleri yemeklerle mutfakta bir araya geliyor, edebiyatın ve muhalefetin birleşerek yarattığı yeni varoluşun kapılarını mutfakta açıyor.
Saklı Lezzetler’in işaret ettiği inceliklere, yeni insan düşüncesine katılmamak, gönül açmamak çok zor. İşte tam da bu yüzden, hazır İlkyaz’la başlamışken, yeryüzündeki tüm iyiliklere ve inceliklere yanıt verir gibi, İlkyaz’la bitireyim o zaman. “Bir gün birileri öte geçelerden / Islık çalar yanıt veririz”...
Yeni yorum gönder