Eleştiri Arşivi
Eleştiri
//php print_r ($fields); ?>
Ayrıntı Yayınları, 2011’den bu yana A. Ömer Türkeş editörlüğünde Türkçe Edebiyat Dizisi çıkarıyor. Şimdiden birçok yeni roman bu seriye katıldı ve edebiyatımıza çeşitlilik, boyut kazandırdı.
//php print_r ($fields); ?>
Ustam ve Ben bir şefkat anlatısı. Aşk diyemiyorum, tutku hiç değil. Cihan bir kapaktan ötekine aşkı öğrenemediğinden, gerçek bir âşık olamadığından yakınıyor. Öte yandan tutkulu bir öğrenci olduğunu, öğrenme tutkusunun diğer arzularını gölgelediğini ima ediyor. Oysa Cihan'ın şakirtliği de tutkulu değil kanımca. Yusuf gibi kendinden geçmekten aciz.
//php print_r ($fields); ?>
Richard Matheson’ın Ben, Efsane! romanı birçok açıdan tarihe geçmişti. Bu özelliklerinden biri, yazarın vampir edebiyatına getirdiği bilimkurgusal yöndü. Ben, Efsane!’den sonra benzeri çok vampir romanıyla da karşılaşmadık; daha çok, vampir romansı diyebileceğimiz anlatılar doldurdu bu edebiyat türünü.
//php print_r ($fields); ?>
Hayatın içinde çocukluğun tali yolları gizlenmiştir. Bazen bir şey olur. Sen sokakta yürürken mesela, civardaki bir mutfaktan dışarıya kızarmış biber kokusu sızar, gelir burnuna değer ve sen bir anda dört yaşına ışınlanırsın. Annen tavanın başında, yağda cızırdayan biberleri çevirirken gizli gizli ağlıyor.
//php print_r ($fields); ?>
Amerikalı bilimkurgu yazarı Philip K. Dick ‘Bana göre geleceğin dünyası bir yer değil, bir olaydır’ sözüyle gerçekliğin içine ederken meseleyi her ne kadar biraz daraltarak insan ve bulunduğu sınıflar açısından ele alsa da farkında olmadan şunu kanıtlar: Gerçek, karşılaşılan, yapılan ya da tasarlanan, düşünülen veya düşlenen bir şey diye tanımlanamaz; gerçek, o an olan bir şeydir.
//php print_r ($fields); ?>
Dostoyevski’nin “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık” lafını buraya, "bizim" edebiyata uyarlarsak, buralarda hepimiz Ahmet Hamdi Tanpınar’ın paltosundan çıktık diyebiliriz. Gerçi Tanpınar’ın paltosu yok, enstitüsü var, malum Saatleri Ayarlama Enstitüsü.
//php print_r ($fields); ?>
Bugüne kadar öyküleriyle tanıdığımız Jale Sancak, ilk romanı Fırtına Takvimi’nde Andolu'nun uzak bir köşesinde, kayıp bir kasabaya sıkışıp kalmış insanları, onların kırık dökük hayatlarını ve artçı sarsıntılarıyla hepsinin kaderini ortak kesen bir ölüm olayını işliyor.
//php print_r ($fields); ?>
Her hikaye anlatıcısı (bunu öyküler de yazan biri olarak söylüyorum) epikten uzaklaşmış olmanın bedelini gizli gizli düşünüyor olmalı. Entelektüel buhranlar, bencil sancılarla halkla ve onun yüzyıllardır dinlemeye alışık olduğu hikayelerle arasına mesafeler koymuş olmanın hesabını kime verecek hikayeci? Sahi bu metinler sizce de biraz fazla metin değil mi?
//php print_r ($fields); ?>
Bir Ballard uzmanı olan akademisyen Jeannette Baxter’ın, yakından tanıdığı bu ünlü yazarla yaptığı röportaj Ballard’ın şu sözleriyle kapanıyordu: “Bugünlerde herkes bir kurban; ebeveynlerin, doktorların, ilaç şirketlerinin, hatta aşkın ta kendisinin kurbanı. Ve nasıl da zevk alıyoruz bundan.
//php print_r ($fields); ?>
Biz "ötekilerin" hikayesini kendi hikayemizden önce öğrendik. Eğer hayatımızın özetini isteselerdi, söylenebilecek en kısa ve gerçeğe en yakın cümlelerden biri böyle kurulurdu kanısındayım.