Eleştiri Arşivi
Eleştiri
//php print_r ($fields); ?>
Birgül Oğuz’un Hah’ı bir yası mevzubahis ediniyor. Ama bu bir yas günlüğü değil. Bir ağıt da değil. Yasla hem kişisel hem de toplumsal bünyedeki yaralarla baş etme çabasının ürünü. Yasa deva bulmak değil mesele, o yasla yüzleşmek ve üzerine gitmek.
//php print_r ($fields); ?>
Mimetik sanat anlayışı, sanatçının eserini inşa ettiğinde doğayı ve dolayısıyla dünyayı taklit etmiş olduğunu söyler. Platon’a göreyse nesneleri taklit eden sanat, zaten idealar aleminin bir gölgesi olan dünyayı kopyalayarak kendini değersizleştirmiş, “gölgelerin gölgesi” pozisyonuna düşürmüştür.
//php print_r ($fields); ?>
Ey okur! Bugün size bir masal kahramanını, bir modern zaman ozanını, bir yazı büyücüsünü, bir ustayı, kendi ustamı anlatıyorum.
//php print_r ($fields); ?>
“Tesadüf, Tanrı’nın fark edilmeden geçip gitmek için büründüğü biçimdir,” diyor Jean Cocteau. Bu bağlamda bir hikaye anlatmama izin verin.
//php print_r ($fields); ?>
Yazılan her öykü, aslında bin bir zorlukla yaratılan şiirden hareketle çekilmiş bir filmin özetidir deseler, kaç kişi yeryüzünü terk etmek için hemen harekete geçer? Kâğıda geçirilmiş bu öyküler, şiir ile sinemanın arasını düzeltmek için, hatta aralarını bulmak için tasarlanmıştır.
//php print_r ($fields); ?>
Ned Beauman'ın ilk romanı 2011’de Türkçeye çevrilmişti. Şaşırtıcı, hızlı ve heyecanlı bir roman olan Boksör Böcek’i beğenmiştim.
//php print_r ($fields); ?>
Kadınlar, dünyayı var eden, düğümler çözen, büyüler bozan, hayata üfleyen, kudretli kadınlar. Bileni, anlatanı seyrek olsa da şehirler kuran, ordular deviren, destanlar yazan, her biri birer tanrıça donunda kadınlar. Dido, El Kâhina, Haypatya, Ümmü Gülsüm, Amy Winehouse, adını duyduğunuz duymadığınız daha niceleri.
//php print_r ($fields); ?>
Velev ki hayattaki “en büyük aşkım” diyeceğiniz biri var. Olmuş zamanın birinde, gelmiş sevdirmiş kendini, bütün ayarlarınızı bozmuş, sizi insanlıktan çıkarmış, gitmiş. Ama hayaleti gider mi, gitmez. Geçmişin milföy hamuru gibi, piştikçe kabaran katmerleri arasında duruyor hâlâ öyle. Ne bir yere gittiği var, ne geldiği. İşi ilelebet varlığını belli etmek.
//php print_r ($fields); ?>
Bizdeki Renault 12, “diğer ülke”deki Dacia marka taksinin arka koltuğundayım. Çavuşesku’nun devasa sarayı, dünyanın en büyük devlet binası; taksinin küçük camına sığmıyor. Gri gökyüzünün birbirine bağladığı caddelerden gidiyoruz. Pencerelerinde perdelerin unutulduğu, çoğunlukla naylon dantelli yırtık; içi boş, dışı kurumuş sarmaşık kanseriyle sarılı kocaman evlerin önünden geçiyoruz.
//php print_r ($fields); ?>
Faruk Duman söylemek istediğinin tamamını söylemez, ya da, söyler göründüğünün tam karışıtını ima edebilir. Bildiğimiz sözcükleri bilmediğimiz bir sıraya dizer. İki gözümüzle görsek inanmayacağımız, elimizi uzatsak dokunacağımız coğrafyalar, olaylar, insanlar ve varlıklar çıkarır karşımıza.