Kadın kahramanlar içinde bazıları var ki, yıllar önce okumuş olmama rağmen halen onların hayatlarını merak ederim. Her okuyuşta farklı bir keşif, yeni bir detay, daha önce hiç fark etmediğim bir ayrıntı dikkatimi çeker ve buna şaşırır dururum. Eskiden okuduğum bir romana dönmek, eski bir arkadaşıma merhaba demeye benzer. Roman okumak, bir tarafıyla, bir başkasının hayatını merak etmektir zaten. Sizi, modernlerin o çok sevdiği tabirle “gözcü” konumuna yükseltir. Son yıllarda romanın bu kadar öne çıkmasının bir sebebi de, sosyal medya eliyle başkalarının hayatına karşı duyduğumuz merak ögesinin artmasıyla açıklanabilir.
Sizin kadın roman kahramanınız kimdir? Ben birçok kadın kahraman içinden elbette Huzur’un Nuran’ını çok severim. Yine de ne Nuran, ne Maria Puder ve ne Feride gerçek anlamıyla bir karakter olmaya yaklaşamazlar. Bir yanlarıyla hep eksiktirler. Üzerine uzun uzun konuşabileceğim tek kadın kahraman ise Anna Karenina’dır.
Tolsoy, “Her şeyi yazdım, geriye hiçbir şey kalmadı” diyerek tarif ettiği Anna’da yalnızca bir aldatma hikâyesi yazmamıştır. Bir “mürşit” romancı olarak ve erken modernliğin bütün veçhelerini kullanarak, insanı tarif etmeye kalkmıştır. Anna Karenina romanı kusursuzdur. Tolstoy başyapıtını dilemmalar üzerine kurar. Karşımızda Anna gibi güçlü bir kadın vardır ve Anna sadece Rus aile kavramına isyan etmez, aynı zamanda Albert Camus gibi söylersek, “başkaldıran insan” tipolojisine de ilk örneği oluşturur. Tolstoy bu başkaldırıyı hem Hıristiyanlık hem de Rus toplumunun çelişkileri üzerinden konuşmayı tercih eder. Kolay bir yorumla, Anna için “yaşadığı hayatı savunan özgür bir Lilith” demek kolay. Lilith, cennetten dünya cehennemine gönderildi. Anna ise “büyük günah” işleyerek intiharı seçti. Geride kalanlara dersini vermek için cenneti bırakıp cehennemi tercih etti, hatta daha yaşarken bunu göze aldı.
Yeni yorum gönder