Edebiyat en basit anlamıyla insanı ilgilendirse de, ilk edebi eserlerden günümüze, başka canlıların da alanı olmuştur. Dönüp baktığımda, edebiyatın dünyayı ve insandan yola çıkarak hakikati anlama, anlatma becerisi başımı döndürüyor. Aklıma okuduğum kitaplardan bazı sahneler geliyor; Dostoyevski’nin Suç ve Cezası’nın unutulmaz karakteri Raskolnikov’un ağlayarak bir atın boynuna sarıldığı sahne, kışkırtıcı filozof Nietzsche’nin delilik krizlerinden birinde kırbaçlanmış bir ata tutunarak ağlaması, Ursula K. Le Guin’in Yerdeniz kitaplarındaki haşin ejderhalar, Edgar Allan Poe’nun kuzgunu…
Bir de yazarların, şairlerin belki bir sığınma alanı olarak gördükleri kedi sevgileri... Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kara kedisiyle çektirdiği fotoğrafı meşhurdur. Ya ötekiler, Mustafa Kutlu ve İbrahim Tenekeci’nin Saka kuşlarına olan sevgileri… Mustafa ağabey Dergâh’ın bürosunu ziyaret ettiğimizde, sohbetin tam ortasında Saka kuşu cıvıldamaya başlarsa epey keyiflenirdi… Süleyman Çobanoğlu hep bir Kangal beslemeye heves etti. Tomris Uyar ve Bilge Karasu’nun kedi sevgileri malum. Nice öykülerinin, yazılarının baş karakteri oldu böylece kediler.
Edebiyatçıların diğer canlılara karşı gösterdikleri bu ilginin altında fıtratla alakalı bir gerçeğin yattığına inanıyorum. Yazarlar, şairler insanı ve insana dair meseleleri anlatırken, hakikatin çeperlerinde dolanıyorlar, o çeperi delip geçeni çok az olabilir. Yine de rahatsız ruhların bu macerası bize çok şey söylüyor. İbn Arabî’nin bu konudaki tespiti ise harika. Hazret, nefsini ehlileştirdikçe yabanî canlıların kendisinden kaçmadığını keşfeder ormandaki gezilerinde. İçindeki “nefs” öldükçe, başka canlılarla dolaysız bir yakınlaşma kurar. Bizde de vardır; eski dervişleri anlatan çizimlerde, hemen yanlarında bir geyik, bir karaca olduğunu fark ederiz. Demek nefsle birlikte insanın içindeki o yabanilik de ölüyor, geriye kalan hakikat ise kosmosla bağ kurmamızı, onla yakınlaşmamızı sağlıyor.
Edebiyatın öbür canlıları -kediler, kuzgunlar, ejderhalar- içimizdeki yabanî tadı anlamamızdaki en büyük yardımcılarımız. O zaman biz de tekrarlayalım Karasu’nun deyimleşmiş öğüdünü: Ne kitapsız, ne kedisiz…
Mustafa Akar
editor@sabitfikir.com
Yeni yorum gönder