Derler ya insan yaşlandıkça küçülür küçülür, çocuklaşır hatta bebekleşir diye… İnanırım ben buna ve çok uzun yaşamayı hedeflemem hiç. İnsan kendini bilmedikten sonra, ne anlamı kalır gelip geçen günlerin ayların yılların… Ama hayat mucizelerle doludur ve aramızdan bazıları, bebekleşmek yerine yaşlandıkça devleşirler beklenmedik bir şekilde. İki yıl sonra, -tabii 2012 yılında kıyamet kopmazsa- tam 100 yaşında olacak, Muazzez İlmiye Çığ, daha nice yaşları olsun… O, Türkiye’nin ilk sumerologu, tam bir Cumhuriyet kızı ve en verimli bilim insanlarından biri.
İdefix’in yazar setlerini bilirsiniz, Muazzez İlmiye Çığ da on yedi kitaplık seti olan bir yazar. Yaşlandıkça devleşenlerden demem boşuna değil, Çığ, bunca kitabı yetmiş beş yaşına geldikten sonra kaleme almış. Sonra tabii, gelsin davalar, karalama kampanyaları. Bir bilim insanı olarak ortaya koyduğu şeyi cesurca özetlemek gerekirse; bizim bugün din olarak bildiğimiz şeylerin, okuduğumuz kutsal kitapların Sumer uygarlığının yaradılış efsanelerinden ve edebiyatından parçalar olduğu… Hazmetmesi güç elbette. Bir de Çığ’ın Cumhuriyet kızı olması, Atatürk’e derinden bağlı olması, okların yönünü belirliyor. Neticede Atatürk’ün Türklüğün kökenlerini araştırmaya yönelik çalışmalarının sonucu olarak Türkiye’de gündeme geliyor, literatüre giriyor Sumerler. Çığ’ın iğneyle kazdığı kuyudan uygarlık tarihini kökünden değiştirecek, yanlış anlamalara, spekülasyonlara, komplo teorilerine geçit vermeyecek açıklıkta bilgiler fışkırıyor. İşin medyatik yönünde Çığ’ın yaptığı bilimsel araştırmalar sonucu başörtüsünün Sümerlerde tapınak fahişelerince kullanıldığı, baş örtme geleneğinin buradan geldiği bilgisi var. Medyatik olmayan tarafta ise bugünlerde sayfalarını keyifle karıştırdığım “Uygarlığın Kökeni Sumerliler-1”, yani Sümer edebiyatı…
Sümer edebiyatı deyince burada karalamalardan nasibini fazlasıyla almış, hatta bu nedenle Amerika’da yaşamak durumunda olan, Harvard Üniversitesi’nde ders veren, Türkçe edebiyat profesörü bir başka araştırmacıyı, Gönül Tekin’i de anmadan geçmek istemem. Zira o da Sumerliler’in edebiyatları konusunda inanılmaz bilgiler vermekte, sadece dini metinleri değil, bugün edebiyatın devleşmiş klasikleri arasına giren pek çok eserin, (Leyla ile Mecnun’dan Romeo ve Juliet’e kadar), Sumerliler’den geldiğini ortaya koymakta.
Peki kim bu Sumerliler… İnsanlık tarihinde bildiğimiz, sözü yazıya döken ilk uygarlık. Bunu yaklaşık olarak on bin yıl önce yapmışlar. Fırat’la Dicle nehrinin arasındaki o bereketli yayın içinde yaşarken dil, edebiyat, hukuk, ekonomi, matematik, astronomi, tarım gibi alanlarda bugün uygarlık adını verdiğimiz kültürü başlatmışlar. Muazzez İlmiye Çığ, ilk önce Sumerliler’in dili ile Türk dilini karşılaştırarak başlıyor işe. Ünlü dilbilimci M. Swadesha bilgisayar analizleriyle “eğer iki ayrı dilde fonetik ve anlam bakımından benzeyen kelimeler 100’den fazla ise, bunların bağımsız olarak icat edilmiş olma ihtimali birkaç milyonda birdir. Aynı şekilde çift kelimeler de 7’den fazla olursa, o iki dil arasında tarihi ilişki vardır”, der. Kişisel olarak dili ve tarihi Türklere bağlama takıntısına karşı olsam da, Swadesha’nın bilimsel tespiti ışığında başka araştırmacılarla birlikte Çığ, Sumer dili ile Türk dili arasında ciddi bir bağlantı olduğunu ortaya çıkarır. Öyle ki günümüze kadar gelen Sumerce kelimeleri bile tespit eder. İkki-iki, Adda-ata, Ara-aralık, Duru-duru, gişik-eşik… gibi.
Türk dilinin kökeni tartışmalarına pek girmek istemem ama iş Sumerliler’in edebiyatına gelince gerçekten uygarlık tarihi, uygarlık algısı, bugüne bakışı kökünden değiştiriyor bulgular. Hz. Musa’nın Nil nehrinde bir sepette bulunma hikayesi, bir Sumer kralının hikayesi olarak karşımıza çıkıyor Sumer tabletlerinde, hem de neredeyse birebir aynı şekilde anlatılarak. Tevrat’ta ve İncil’de yer alan, insanın topraktan yaratıldığına dair hikayenin yine birebir aynı ilk versiyonu, Yunan uygarlığına damgasını vuran Tanrılar ve Tanrıçalar panteonu… ve daha nicesi bu tabletlerde.
Sumerliler’in günışığına çıkarılan tabletlerini inceledikçe, tek ve biricik sandığımız uygarlığımızın aslında bizden binlerce yıl öne yaşamış insan topluluklarının birer soluk kopyası olduğunu, idrak ediyoruz. En mühimi de bugün edebiyat dediğimiz şeyin, binlerce yıl önce de doğal olanla olağanüstünün etkileyici bir birleşimi olduğunu; evreni tanımak üzere ortaya çıktığını; insanın somut olana, gerçek olana bakarak soyut düşünceyi yarattığını bir kez daha görüyoruz. Ve çizgisel, indirgemeci tarih anlayışını artık tamamen terk edip, tarihi homojen bir bakış açısıyla kavramak zorunda olduğumuzu, Sumerliler ve Muazzez İlmiye Çığ’ın çabaları sayesinde tekrar tekrar anlıyoruz. Kıyameti, kötü yazılmış bir komplo teorisi misali tek bir tarihi an içinde bekleyenlere, bunu da özellikle 2012 zannedenlere selam eder, iyi yıllar dilerim…
Binyıllardır anlatılan hikayelerin Sümerlilerin hikayelerinden beslendiğine katılıyorum. Ve onların da bunları sıfırdan yazmadıklarını, kendilerinden öncekilerin hikayelerinden beslendiklerini düşünüyorum. Öncekilerin ne tür hikayeler anlattıklarını bilemiyoruz, çünkü yazıyı icat etmemişlerdi. Kesin sonlar kadar kesin başlangıçların da olmadığı döngüsel veya bütünsel bir tarih anlayışıyla dolu mutlu seneler dilerim.
Yeni yorum gönder