Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Afili soru işaretleri

 

Bu ay fotoğraflardan yana açıldı şansımız. Elif Şafak’tan sonra ne zamandır karşısına geçip uzun uzun baktığım, beni uzun uzun düşündüren bir fotoğraf daha var sizinle paylaşmak istediğim: Afili Filintalar’ın fotoğrafı…

 

14 tane erkek dizilmişler yan yana, kimi kotlu tişörtlü kimi takım elbiseli, kimi kadife kimi deri ceketli adamlar.  Elleri kalem tutan yazarlar, gazeteciler, senaristler... Herhangi bir isim altında internet ortamında bir araya gelen entelektüel bir oluşuma, edebiyat birlikteliği de diyebileceğimiz bir oluşuma kim itiraz edebilir ki? Ama o fotoğraf, yan yana omuz omuza duran o erkekler, o erkesi tavırlar, ellerindeki silahları (oyuncak olduğunu umut ettiğimiz filintaları) bize doğrultmuş olmaları, düşüncede bile olsa kendilerini çete olarak tanıtmaları, canlarını sıkan bir şey olduğunda vurup kırmaktan, dövüp sövmekten zevk aldıklarını ifade etmeleri (yine de yapmamak gerektiğini salık veriyorlar elbette), düşündürüyor işte, ortamda rahatsız edici bir şeyler var diyor. Neler var peki?  Bu adamlar yan yana durmuş niye üstümüze üstümüze geliyor?


Sanat hayat içindir

 

Diyeceksiniz ki hiç mi espri anlayışın yok kardeşim… Sanatın ne sanat ne de toplum için olduğunu, sanatın sade ve sade hayat için olduğunu düşünürüm ben. Edebi düzlemde her türlü deneysel çalışmaya, insan varlığının en uç noktalarında gezinmeye varım, ama bir internet geyiği uğruna, kendi cemaatini yaratma (belki), yandaşlarına güzellemeler yazma (valla yazıyorlar), birbirini pohpohlama( o da var), ego yıkama yağlama adına, gündelik dilde şiddetin içselleştirilmesine sonuna kadar karşıyım. Söz konusu şiddet olunca, ister dilde ister gündelik hayatta, hiç espri kaldıramıyorum.

 

Uygarlık dediğimiz şeyin erildir dili ve bu büyük hikaye temelde insanlığın doğaya karşı verdiği mücadeleyi anlatır. Doğayı kaosla, dişil olanla özdeşleştirir ve öyle verir mücadelesini. Yanlış anlaşılmasın, kazanılmış bir savaştır bu ve her gün her an yeniden yeniden kazanılır zaten. Başarıdan başı döner insanlığın, döner de, yan etkileri hasar verici olur yine de. Kadınında erkeğinde, ruh içinde kocaman kalır, yer eder kara delikleri. Yine yanlış anlaşılmasın, hep beraber ruhsal bir bilinçle doğaya dönelim diyen, yeni çağcılardan değilim. Ancak bu durmaksızın kazanılan savaşta elde ettiğimiz fiziksel-teknolojik gelişim, ruhani evrimlerimizi bir nebze olsun geliştirmemiştir. Evrim basamağının uygarlık noktasında takılıp kaldıysak eğer, bir parça titreyip kendimize gelmemiz, kadını erkeği içimizdeki eril canavarla bir parça da olsa mücadele etmemiz, olmadı en azından yüzleşebilme cesareti göstermemiz gerekli değil midir? 

 

Bu gün geldiğimiz noktada aydınlama dediğimiz şey, eril dilden ve ataerkinden kopma mücadelesi olmalıdır, başka bir şey değil. Hal böyleyken aydın olduğunu varsaydığımız, bir beş on yıl sonra içlerinden en az yedi sekizinin kanaat önderi olacağını öngördüğümüz erkeklerin omuz omuza, erkek erkek üstümüze üstümüze gelmeleri, ülkenin durumu malum, ataerkine karşı verilmesi gereken mücadele de kadın kısmını, kadın düşüncesini yanlarına almamaları akil midir, yoksa nedir? Daha kaç erkek birliğine, toplaşmasına, okuluna, ekolüne, derneğine ihtiyacımız var acaba? Eril dille yazılmış daha kaç baskın şiire, hikayeye, düşünceye… 

 

Aradım taradım, gezdim dolaştım sitenin içinde, bu adamları yan yana tutan şey ne acaba diye? İslamcı, muhafazakar, solcu, liberal, hepsinden var. Yan yana durmaları barışçıl bir aydın çabası büyük ihtimalle. Ne güzel… En azından ben öyle yorumluyorum, ancak içlerinde edebi, entelektüel düzlemde tartışma olmaması, tedirgin edici geliyor. Aka kara diyecek ölçüde farklı dünya görüşleri olan insanların kuzu kuzu birbirlerine alkış tutması, teslimiyetçi durması kanımı donduruyor. Tartışma derken kavgayı ve ayrışmayı kast etmiyorum ya, edebiyat adına sitede hiçbir şey bulamıyorum. Düşünceler, fikirler, toplumsal ve siyasal kaygılar tek bir potada eriyorsa eğer, erime nihayete erdiğinde o tek potanın alacağı son ve tek şekilden endişe ediyorum. Çoksesli olmak uğruna çoksesliliğini yitirme tehlikesi mi bu? Öyle olmamasını umut ediyorum.

 

Yorumlar

Yorum Gönder


Son paragrafta dediklerinize katılıyorum. afilifilintalar.com bence iyi bir site değil. Fazla pohpoh var, ancak söyleyecek sözleri de yeterince yok sanki. Olsaydı keyifle izlerdik.

Ancak yazınızı aceleci ve ergen bulduğumu söylemeliyim. Bunu söylüyorum çünkü sizi aslında beğenerek okuyorum.

Cumhurbaşkanı'nın 15 yaşında bir kızla yatmış olduğu, kadın ölümlerinin olağanüstü bir hızla arttığı gibi cinsiyetçi sıkıntıları olan ülkemizde, her beğenmediğimiz erkek görüntüsünü fırsat bu fırsat deyip eleştirmeye kalkarsak konuyu saptırmış oluruz ve cinsiyetçilik konusunda tüm ikna ediciliğimizi kaybederiz. Bırakın bu çocuklar keyifle ne istiyorsa yazsın, siz de kendinize yazacak daha iyi konular bulun.


Bu adamlar iyi birşey yapıyorlar... Tek başlarına yarattıkları eserlerin yanında, birlik olduklarında da çok keyifle okunuyorlar.


"Bu adamlar yan yana durmuş niye üstümüze üstümüze geliyor?"

Niye üstünüze üstünüze gelmesinler? Dokunulmazlığınız mı var?

Çeteleşiyorlamış. Peh! Sanki edebiyatın tek çetesi onlar.

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.