Daha geçen cumartesi Zizek İstanbul’dayken söylemişti, kapitalizmin demokrasiyle bağı kalmadı diye. Kapitalizmin burjuva demokrasisi getirdiği fikrinin/hayalinin artık gözle görülür bir şekilde çöktüğünü, kapitalizmin totaliter rejimlerden beslendiğinin altını çizmişti. Bu tespitler sürpriz mi, şok mu bizler için… Kim sağlam argümanlarla Zizek’in karşısında durabilir ki, kapitalizmin işlerliğini yitirdiğini belirten diğer çağımız düşünürlerinin ya da, mesela Badiou’nun, David Harvey’nin…
Onlar sistemin, refah devleti hayalinin çöküşünü muştularken görünen o ki, yazarlar, sanatçılar, hadi daha kapsayıcı bir şekilde söyleyelim, aydınlar da bir yandan sistemi beslemekten başka işe yaramayan muhalefeti, eleştiriyi besleyip durmakta, paradoksal bir şekilde. Her eleştiri, ister istemez sistemden yana beklentiyi artırmakta. Tıpkı Paul Auster’ın geçtiğimiz günlerde gösterdiği aydın duyarlığı gibi…
Paul Auster’ı biz Türk okurları çok seviyoruz. Öyle çok seviyoruz ki pek çok kitabı daha kendi dilinde, kendi ülkesinde yayımlanmadan Türkçede basılıyor, çok okunuyor, çok satıyor. Kuşkusuz iyi bir romancı, üstelik dürüst bir aydın kimliğine de sahip. Hal böyle olunca Auster’in Pazar günü Hürriyet Gazetesi’nden Buket Şahin’e verdiği röportajda söyledikleri Türkiye’de kızılca kıyamet koparıyor. Ne diyor Auster? “Hapiste yatan yazar ve gazeteciler yüzünden Türkiye’ye gelmeyi reddediyorum! Kaç kişi oldu? 100’ü geçti mi? Biz demokratlar Bush’lardan kurtulduk. Bir savaş suçlusu olarak yargılanması gereken Cheney’den kurtulduk. Neler oluyor Türkiye’de! En çok endişelendiğim ülke. Demokrat yasaları olmayan ülkelere gitmiyorum davet alsam da. Aynı sebeple Çin’den gelen davetleri de geri çeviriyorum. Bu hükümetleri protesto ediyorum” Haksız mı? Genel olarak değil tabii. Pek çok Türk aydını da onunla aynı fikirde. Bir yazar olarak Türkiye’ye gelip gitse, suya sabuna dokunmasa ve okurlarını memnun etse, daha mı iyi olurdu? Hem bir yazar, duyarlığını başka nasıl gösterebilir ki?
Düşüncelerini gelip burada, bizzat yüzümüze de söyleyebilirdi tabii, hepimiz genel olarak bunu tercih ederdik. Metin Celal’in Radikal’e verdiği görüşte de dediği gibi kim üzülür ki onun Türkiye’ye gelmemesine, hükümet üyeleri mi, başbakan mı, yoksa okurları mı… Auster, çok sevildiği, çok okunduğu bir yere demokrasi adına gelmiyorsa eğer, okurlarını ve en başta kendini cezalandırmaktan başka ne yapıyor çaresiz bir şekilde…
Zizek’le başladık madem, onunla devam edelim. “Ahir Zamanlarda Yaşarken”de Zizek, entelektüellerin bu çelişik durumundan da söz ediyor. Ona göre aydınlar, Batı’nın yönetilen dünyasının medeniyet kisvesine bürünmüş barbarlıktan ibaret olduğunu, yabancılaşmanın tepe noktasında bulunduğumuzu belirtirler, ancak bununla birlikte, diğer tüm toplumsal-siyasal rejimler kötü olduğu için, bu rejimi desteklemekten, eleştirilerle kendine çeki düzen vermesini sağlamaktan başka yapacak bir şey yoktur… Ve yüklenmeye devam eder Zizek, onların katlanamadıkları gerçek, aslında mutlu, güvenli, rahat bir hayat sürmeleri ve yüce vazifelerinin meşrulaşması için başka yerlerde, mesela çok çok uzaklarda, huzuru kaçırmayacak şekilde demokratik hareketlerin kuvvetlenmesi isteğidir...
Auster, tam da böyle yapıyor işte. Demokrasiyle yakından uzaktan alakası olmayan, totaliter rejimlerin varlığıyla beslenen ülkesinden bizlere sesleniyor. Çünkü hala kapitalizmle demokrasi arasında bir bağ olduğuna inanıyor. Tıpkı kendi ülkesinde olduğunu düşündüğü gibi kötü yönetimler devrilip yerine daha iyi yöneticiler geldiğinde işlerin düzelebileceğine inanıyor.
Bizlerse onun gibi aydınlardan daha inandırıcı, daha gerçekçi duyarlıklar bekliyoruz artık, Türkiye’deki yazarların-yayıncıların duruşmalarına katılması, destek olması, Obama’nın siyasetini eleştirebilmesi, Wall Street isyanı hakkındaki görüşlerini açıklaması gibi…
ülkemiz kültür hayatı için çok önemli olan bu konuyu hakkını vererek ele alıp,bu kadar güzel anlatan bu yazı için,yazana ve iletenlere minnetdarım.sevgilerimle..
Yeni yorum gönder