600 sayfayı aşan bir çalışmadır “Ben Buradayım”. Yıldız Ecevit yaşamı ve yapıtlarıyla anlatır Oğuz Atay’ı uzun uzun, ince ince… Hem eserlerini eleştirir hem yazarın esinlerini, yapıtlarıyla yaşamının örtüştüğü o ilgi çekici noktaları işaret eder. Çalışmada tekrar tekrar dönüp okuduğum iki bölüm vardır. Biri “Sevin”dir, Oğuz Atay’ın hayatının aşkı Sevin Seydi’yle ilişkilerine odaklanan bu bölümde, insanın içini titreten bir büyük aşk, ve bu aşkın yaşandığı sırada yazılan, Atay’ın Türk edebiyatına büyük armağanı “Tutunamayanlar”ın öyküsü vardır. Edebiyatımızın başyapıtlarından biri, iki insanın birlikte var ettikleri aşkın içinden doğar sanki. Bu doğumu tekrar tekrar okumaktan, hayal etmekten alamaz kendini insan. İkincisi ise “Sevin”in hemen ardı sıra gelen “Tutunamayanlar”, ki o da adından belli, yapıtın dönemi içinde yer buluşunu/bulamayışını ve yazarının onu yazma öyküsünü anlatır Yıldız Ecevit.
Her iki bölümü de yaşar gibi içime çeke çeke okumayı severim. Oğuz Atay’ın, Sevin Seydi’ye nasıl aşık olduğunu, niye aşık olduğunu; Seydi’ye, tıpkı romandaki noktasız virgülsüz birbirine kenetlenen, birbirinin içine geçen kelimeler, cümleler, bölümler gibi anlattıklarını, anlatmış olabileceklerini hayal etmeye çalışırım hep. Hayatı ruhta ve eşyada birlikte bütünlenen bir büyü gibi yaşayan sanatçı Sevin Seydi’yle birlikte oturdukları o evi hayal etmekle başlar tabii her şey, Atay’ın günler geceler boyu oturduğu çalışma masası, kütüphaneler, bir köşede eski ama sevilen bir koltuk, duvarlarda çoğunu Sevin Seydi’nin yaptığı resimler resimler… Bilirim ki Atay o yıllarda otuzlu yaşlarının başlarındadır, bilirim ki o yıllara kadar edebiyat adına birkaç sayfadan fazla bir çalışması olmamıştır, o eve, o masaya, o eşyaların arasına kim bilir hangi endişeler, hangi tereddütler hangi umutlar sinmiştir, sığmıştır… Beyoğlu’ndaki Hayriye Caddesi, 2.kat, 9 numaralı o eve…
Duydum ki son günlerde, o evde, o apartmanda hummalı bir çalışma yapılıyormuş. Hayır, sandığınız gibi, sandığım gibi evi bir müze haline getirmek üzerine yapılan bir çalışma değil bu. Türk edebiyatının en önemli yazarlarından birinin, başyapıtını kaleme aldığı, hayatının en büyük aşkını yaşadığı bu daire şimdiden sonra Atay olmak isteyebilecek genç kalemlere ilham verecek, Tutunamayanlar’ın başkahramanı Selim Işık gibi profesyonel okur olmak isteyebilecekleri duygudaşlıkla ağırlayabilecek bir müze-ev projesi değil, söz ettiğim. İstanbul’un artık ranta yer darlığı nedeniyle imkan tanımayan bölgelerinde son on beş yirmi yıldır baş gösteren yeniden düzenleme projelerinden biri herhalde. Dış görünümü eskiye, iç görünümü ise yeni zenginlere uygun hale getirilen apartmanlardan biri haline getiriliyor söz konusu apartman besbelli… Derken, bütün bunların üzerine yine duydum ki, konuyu gündeme getiren Pınar Öğünç’le irtibata geçmiş apartmanın sahibi. Ne yapmalı diyor kısaca ve anlaşılan mantıklı bir girişime destekçi olabilecek durumda. (bakınız. 29.05.11 Radikal, “Oğuz Atay için ne yapmalı?” başlıklı yazı.)
Atay haritada olmalı…
2010 İstanbul kültür başkenti çerçevesinde “İstanbul Edebiyat Haritası” adlı önemli bir çalışma hazırlanmıştı geçtiğimiz sene. Bahriye Çeri, şehrin içinde sokak sokak, ev ev gezerek edebiyatçılarımızın yaşadığı yerleri tespit etmiş, anlatmıştı. Herkesler vardı, vardı da bu çalışmada Oğuz Atay, yoktu işte. Bu haritada Atay’ın ve evinin olmaması, yer almaması belki bir tesadüftü, belki bir kehanet… Ne yapmalı sorusuna benim kendi adıma vereceğim ilk yanıt oluyor işte bu: Ne olursa olsun Atay, haritada yer almalı.
Diyeceksiniz ki, ne bu çaba, Oğuz Atay’ın yaşadığı ev, apartman, sokak yıkılsa, onarılsa, yok olsa ne olur, yazarın buralarda yaşadığına dair hiçbir iz, hiçbir ipucu kalmasa… Ne olur… “Tutunamayanlar” nasıl olsa hala elimizde, onu okumayan yazarlar bile neredeyse yazardan sayılmıyor, onu okumayan Türkiye’de yazar olamıyor… Atay, zamana ve mekana inat evlerden, sokaklardan, şehirlerden, kelimelerden, kurgudan taşıyor… O da doğru. Ama yine de insanın içi sızlıyor, insanın içi biliyor, zamana yetişememek, ona sahip olamamak mukadderat, ama eşyaya, ama mekana en azından bir süre sahip olmak duygusu, işte bu yanılsamalı mutluluk, işte bu bilinçle kültürü ayakta tutmak düşüncesi bize çok görülmesin istiyor. Edebiyat haritasında bir yer, belki klasik bir müze, belki de başka bir şey, fark etmez, illa ki istiyor.
Takipteyim Sabitfikir, seni unuttum sanma.
Yeni yorum gönder