Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Bütün klasiklerimiz dizi film olsun lütfen!

Halid Ziya Uşaklıgil
Özgür Yayınları

Bihter aynaya bakar; çırılçıplaktır, serin havayı içine çeker, ona gülümseyen aynanın içinde kendisini seyrederek aynadaki aksinden sevda umar, donuk gümüş levhaya çizilmiş beyaz resminin yanında sanki derin, ziyasız, hülyasız bir uykudaymış gibi yalnız kalmak ister… Bihter aynaya bakar; Halit Ziya tutunamamış kahramanların onaramadıkları ruhsal yaranın sahnesi olarak aynayı Türk romanına sokar. Bir kırılma noktasıdır yaşanan, modern romana bir adım daha atılmıştır. Halit Ziya başyapıtı Aşk-ı Memnu ile doğu-batı arasında kalmışlığı, kadınsılaşma, çocuksulaşma endişesinin bir roman yazarı olarak kendisini de yapıtını da etkilediğinin, yaratma arzusunun temelinde bulunduğunun farkına varmıştır. Bihter’in aynaya bakması işte en çok bu yüzden önemlidir… Bihter aynaya bakar; biz televizyon ekranından onun aynadaki aksini izleriz. Peki bunu izlemeyi neden bu kadar çok severiz? Halit Ziya’nın Aşk-ı Memnu ile Türk romanına getirdiği yenilikler değildir hiç şüphesiz bizi bu romanın dizi uyarlamasına çeken ya,  Bihter’in bakışında sanki derinlikli bir şeyler vardır hala, altan alta hisseder, bıkmadan onun aynaya bakışını izleriz, izleriz…

Elbette öncelikle güzelin güzeli bir oyuncu, son moda harika giysiler, arabalar ve evler, hatta yalılar bizim izlediğimiz, izlemeye doyamadığımız. Ve uyarlama ne kadar kötü olursa olsun, senaristlerin asla bozamadıkları, esere ait o derin, o insani ve en çok da kültürümüze ait çelişki; Osmanlı’nın çöküşünü Cumhuriyete bağlayan yıllardan itibaren Türk insanının sözleşmişçesine ortak bir nişan gibi üzerinde taşıdığı her türden arada kalmışlıklara ait o tükenmez endişe… Kültürel yapının değişimini bir ailenin çöküşü üzerinden veren Yaprak Dökümü’nde de, çok partili hayata geçiş dönemindeki Türkiye’nin çalkantılarını, sarsıntılarını iktidar ve ahlak üzerinden anlatan Hanımın Çiftliği’nde de, belki en çok içimizdeki bu toplumsal karanlığa durmaksızın çekiliyoruz. Aksini düşünmek toplumsal eğilimlerimizi çok hafife almak olurdu zira.

Ve kadınlar elbette. Bu dizilerin izleyenleri kendilerine çekmelerinin en önemli sebeplerinden birinin de kadın kahramanları olduğunu düşünüyorum. Bir araştırma yapılsa, televizyon dizilerine uyarlanan kadın kahramanların hepsinin yazıldıkları döneme damgasını vuran, çığır açan kadınlar olduğu görülecektir hiç şüphesiz. Bihter’in aynaya bakma sahnesi edebiyatımızdaki ilk erotik sahnedir, Reşat Nuri Yaprak Dökümü’nde toplumsal yozlaşmayı kötü gelin Ferhunde üzerinden anlatırken bir femme fatele yaratmıştır, Dudaktan Kalbe’nin Cavidan’ı için de aynı durum geçerlidir ve son olarak da Güllü; Orhan Kemal’in cinsellikleri de olan, tutkulu, ateşli, yaşayan kadın kahramanlarının en güçlülerinden biridir o. Kadınları cinsellikleriyle ele alışı Orhan Kemal’in göz ardı edilemeyecek yazarlık özelliklerinden de biridir.  Geleneksel erkek bakış açısını yırtıp ortaya çıkan kadınlık durumunu okumak ve elbette izlemek belli ki hala büyülüyor bizi. İster günümüzde olsun isterse yakın tarihimizin derinliklerinde, hiç mi hiç fark etmiyor.

Aslına bakarsanız Everest Yayınları tarafından yeniden basılan Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde”siydi bana bütün bunları düşündüren. Şöyle bir internette gezinince dizi uyarlamaları üzerinde ne çok yazılıp çizilmiş, pek çok olumsuz izlenim ardı ardına gelmiş açıkça görülüyor. Ancak bu uyarlamaların kitap satışlarına ne derece yansıdığı üzerinde fazlaca da durulmamış. Oysa ki edebiyat adına bu meselede daha önemli olan, konuşulacak başka bir şey göremiyorum ben kendi adıma. Üstelik her şey bir yana, uyarlamalar satışları olumlu yönde etkiliyor olmalı ki klasikleşmiş yazarların eserleri ardı ardına, dönemsel olarak yayımlanıyor. Ne iyi… Orhan Kemal’in Çukurova’ya ekmek parası için inen köylülerin hikayesi ekseninde, bu bereketli topraklar üzerinde dönen iktidar oyunlarını, insanın içine işleyen bir duyarlık ile şimdilerde çoktan unuttuğumuz ahlak anlayışını ve insan sevgisini hatırlatarak anlattığı başyapıtlarından birinin dizi etkisiyle de olsa yeniden basılması ve okunacak olması için başka ne denebilir ki? Keşke bütün klasiklerimiz dizilere filmlere uyarlansa da birkaç kişi onları fazladan okusa…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.