İşçiler ayakta, küçük esnaf geleceğini yitirdi yitirecek, emekli dullar televizyonlarda başka emekli dulları aramakta, gençler tuhaf yetenekleriyle kısa yoldan para kazanma yolunu seçmişken; televizyon yıldızları mafyayla tuhaf bir iktidar birlikteliği içinde, bürokratlarımız mahalle kavgası tarzında üstümüzde yavaş yavaş tepinmekte ve çocuklar şarkı yarışmalarında gün be gün hayattan ve geleceğimizden elenip dururken, bir çılgınlıklar imparatorluğu değilse içinde yaşadığımız o zaman nedir peki, diye düşünüp duranlara kısacık bir kitap tavsiye ediyorum hararetle: “Zamane”...
Daha önceki pek çok çalışmasından tanıdığımız psikiyatrist Engin Geçtan son çalışması “Zamane” ile toplumumuzun yaklaşık son elli yılını psikoterapiye alıyor. Geleceği şekillendirebilmek ancak bugünü anlamlandırabilmekten geçiyor kuşkusuz. Günümüzde ekseninden kaymış bireyler topluluğu içinde yaşadığımızı düşünenlerdenseniz eğer, Geçtan’ın psikanalitik teşhislerine kulak vermekte fayda var.
Türkiye’nin son yıllarını bir terapist olarak deneyimlerinden, hasta profillerinden yararlanarak bireyden topluma, toplumdan bireye bir ağ gibi dokunan yapı ekseninde ele alıyor Engin Geçtan. Eskiden pek dikkate alınmayan ama artık ülkenin ve dünyanın, politik, ekonomik, sınıfsal ve teknolojik dönüşümlerinin birey üzerindeki sabit etkisinin psikiyatrinin alanına fena halde girdiğini belirtiyor.
Çocuklukta yaşanan özerklik denemeleri, ebeveyne çarpıp kendimize geri dönünce, yetişkin bireyler olarak ilk önce kendimiz olmaktan vazgeçer oluyoruz. Kendinden vazgeçmişlerin bir araya gelince ise tam da içinde yaşadığımız topluluğa benziyor...
Hayata öncelikle ebeveyninin mülkü olarak başlayan bebeklerin dünyasında, bir yandan evrenin tekliğiyle bütünleşmek isteyen diğer yanda ise evrenden tamamen kopmuş mülkiyetçi ruhların yönetimi hakim oluyor zamanla. Ve birilerinin işçisi, köylüsü, öğrencisi, esnafı, halkı oluyoruz hızla...
Etnik kimliğinden başka tutunacak dalı kalmayanların, “kimlik geçişmesi” derdinden mustarip olanların kaygı ve öfkeleri bambaşka iktidar odakları yaratırken otorite dediğimiz şeyin anlamı da değişti, ondandır ki birileri televizyonlardan, meydanlardan bizlere doğru gün aşırı büyük bir kızgınlıkla bağırmakta...
Bazıları toplumsal değerleri giderek çözerken, diğerleri de yapay ve fanatik inanç sistemleri kuruyor, ta ki bunlar da zamanla bazılarımızın başına yıkılana dek...
Önce teşhis sonra tedavi
Engin Geçtan bir nevi teşhis koyuyor bu toplumsal hallerimize, tedavi ise teşhisi doğru yapabilmekten geçiyor elbette. ‘Zamane’den etkileyici bir alıntıyla bitirelim:
“Yetmişli yıllarda bir arayış vardı, artık sıkmaya başlayan bir kabuğu çatlatmak istercesine. Askeri yönetim bunu engellemekle yetinmedi, gençliği politikadan uzak tutmak için özel bir çaba gösterdi ve izleri bugüne kadar taşınan bir ölçüde başarılı da oldu. Çağdaş bir insan için politik tavır kimliğinin doğal bir boyutudur. Bu boyutun oluşumu ketlendiğinde politik inançların yerini, yarattığı regresyondan ötürü, körü körüen bir kitlesel fanatizm alabilir(...) Kimlik boşluğunun bir ideoloji ya da inanç sistemiyle giderilmeye çalışmasının içeriği, 1980 sonrasında farklı alanlara yönelerek varlığını sürdürmekte. Toplumun bir kesimi İslami inançlarını ideolojik boyuta taşırken, bir diğer kesimi aynı boşluğu milliyetçi görüşlerle dengelemeye çalıştı. Bir diğer kesim ise cumhuriyetin başlangıcındaki ilkelere eskisinden daha katı ve kararlı bir biçimde tutundu(...) Dolayısıyla gelinen aşamada, demokrasi yolunda ilerleyişi ketleyici etkisi olan kolektif bir kitlenme söz konusu. Askeri darbe olmasaydı neler yaşardık sorusunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz.”
Yeni yorum gönder