Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dön bebeğim!

Biliriz ki aslında insanın içinde yaşadığı tek bir dünya vardır; dil. Kendi yarattığı evrene, kendi koyduğu kurallarla hapsolmuş insanın dil dünyası… Bu dünyanın en bize ait olmayan yeri ise elbette yazı. Dilin kurallarının en teknik, bize en uzak alanı yazının içinde dolaşan yabancılarız hepimiz. İstemediğimiz bir kaderi oturup kendimiz yazarız! Bilgisayara bağlandığımız bu zamanda, işin teknik kısmı iyiden iyiye elimizden alınmış durumda ama. Hangi hızla düşünüp hangi hızla yazdığımızı, aslında neyi düşünürken neleri dile getirdiğimizi elimizin altındaki teknolojik aletler belirlerken, kaderimiz de bu anlamda teknolojik bir hal alıyor. Evet, soru şu F mi olsun, Q mu?

 

 

Geçtiğimiz hafta yayımlanan bir genelgeyle kamu kuruluşlarında F klavyeye geçileceği, bizlere beyan edildi. Oysa yıllar içinde F’den Q’ya adapte olmak için ne çabalar göstermiştik. Kolay değildi F’i bırakmak zira, şimdi de dendiği gibi bize, Türk diline en uygun yazım şekliydi. Önemli insanlar uzun yıllar bunun için çalışmış, hayatımızı, düşünce sistemimizi en kolay yansıtacağımız şekli vermişlerdi F klavyeyle, hem de ta 1955 yılında. Hem de dünya üzerinde kendi dili için geliştirilmiş en iyi klavyeye sahip olmanın onuruyla... Türkçe düşünenlerin dünyası F klavye aracılığıyla daha kolay, daha hızlı, daha mantıklı ilerliyordu, duyduğumuz kıvanç ise cabasıydı. Ama heyhat, dünya kültürü- ekonomi- politiği- teknolojisi öyle işlemiyordu. Hop attık sevgili klavyelerimizi bir kenara, Q’ya geçtik ite kaka. Gazetelerde klavyeye bir an olsun bakmaksızın on parmak yazan gazeteci-yazar ağabeylerimizin, ablalarımızın görüntüsü silindi gitti hızla hafızalarımızdan. Herkesin başı önüne eğildi.

 

Peki şimdi ne oldu? Yine ite kaka F’e dönmemiz isteniyor. Klavyeler, onlara uyumlu bilgisayarlar değiştirilecek, yerine yenileri gelecek, F’e en kolay uyum sağlayanlar çalışma alanlarında diğerlerinden bir parça da olsa fazla parlayacak. Ve birilerinin de büyük ihtimalle ekonomik durumu olumlu anlamda değişecek. İşte birileri bu yapboz tablosundan zengin olsun diye gıkımızı çıkarmadan değişmeye hem de çok hızlı değişmeye çalışan bizler 2017 yılının sonuna kadar yeniden F’ye geri döneceğiz. Döneriz, nasıl olsa en iyisi F, ister isteyelim, ister istemeyelim.


Türk dilini bilemem ama Türk insanın kendi yazamadığı kaderinde, yapılan olumlu değişikliklere bile üzülmek, öfkelenmek var, en azından son yirmi yılda. Bitse de gitsek!

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.