Geçen haftanın yoğun ve ne yazık ki Boğaziçi Köprüsü gibi pek de akıcı olmayan edebiyat gündeminden bunalıp kendimi felsefenin derin sularına atmaya karar verdim bugünlerde, ancak endişelenecek bir şey yok, harcım olmayan mevzulara dalıp da ömür boyu çıkamayacak değilim. Sade şu birkaç günlüğüne… Bu arayış içerisinde elime Saffet Murat Tura’nın yeni çalışması “Madde ve Mana” geldi. Tura’yı çoğu okur “Freud’dan Lacan’a Psikanaliz” ile “Şeyh ve Arzu” adlı son derece dikkat çekici çalışmalarından tanıyacaktır. En baştan söyleyeyim “Madde ve Mana” da en az onlar kadar dikkate değer bir çalışma. Tura, popüler bilimin ve felsefenin sularında gezmiyor ama ortalama okurun, günümüz insanının aklını çelen ve belki de popüler olması gereken felsefi sorular soruyor: Mistik deneyimleri niçin doğaüstüne ilişkin bir delil olarak kabul etmiyoruz? Doğal olarak rasyonel olan biz insanlar acaba bir zihne sahip miyiz, yoksa öznesiz bir rasyonalite mi bizimkisi? Mana, maddi bir özellik olabilir mi?
Ama bütün bunlar içinde belki de en ilgi çekicisi Descartes’ın “Düşünüyorum öyleyse varım” argümanının sorgulanması. Bu sorgulamayı “Kartezyen Özne” bağlamında yapıyor Tura. Ona göre “Düşünüyorum öyleyse varım” büyük olasılıkla yanlış. “Elbette uzay-zamanda geçen, benim adımı taşıyan dört boyutlu bir biyolojik olay olarak var olduğuma itiraz etmeyeceğim. Tıpkı uzay-zamanda bir süre sonra artık bu isimli biyolojik bir olayın var olmayacağına itiraz etmeyeceğim gibi. ‘Ben’ dediğim biyolojik olayın varlığına değil, bu ‘ben’in düşünüyor olmasına, yani bir zihin edimi yaptığına, o halde öncelikle argümanın öncülüne itiraz ediyorum.” Tura’ya göre “düşünüyorum”, olgusal anlamda yanlış bir öncül, çünkü düşünce bir edim değil, “ben” denilen biyolojik olayın beyninde geçen daha kısmi bir biyolojik olay. Eğer öyleyse hiç kimse düşünmüyor demektir. Düşünmek, öznesiz bir doğa olayı, demektir. “Demek ki düşünmüyorum; düşünce olayı ‘ben’ olayında meydana geliyor. Tıpkı kalbimin çarpması ya da böbreklerimin kanımdaki bazı molekülleri süzmesi kısmi olaylarında olduğu gibi düşünce olayı da ‘ben’de, yani beynimde oluyor.” Kışkırtıcı değil mi… Tura’nın “özne sorunu”na bu bağlamda dikkate değer açıklamalar getirdiğini belirtmeliyim.
Maddi bir özellik olarak mana
Gelelim çalışmaya adını da veren “mana” sorununa. Mana maddi bir özellik olarak nasıl tanımlanabilir? “Niçin sorusunun yanıtı olarak mana, maddi bir olaydan anladığımız şeydir. Demek ki mana, maddi olayın kendinde bir özelliğidir ve bu özelliği anlarız sadece; maddi bir olayın manasını zihnimizde biz yaratmayız. Maddi bir şeyi nasıl görüyorsak manayı da öyle anlarız. Beynin anlama sürecinde yorumlayarak belirtik hale getirdiği, ama bizzat maddi olaya ait bir özelliktir mana.”
Saffet Murat Tura’nın üstlendiği temel tartışma aslında, insan olarak “ne” olduğumuza ilişkin temel problemimizin hem klasik metafizik hem de çağdaş zihin felsefeleri bağlamında tek bir sorunsal çerçevesinde birleştirmek. Burada metafiziğin hakkını metafiziğe vermek de var. Zaten neticede, “metafizik hakikatimiz fizik hakikatimizdir” noktasına getiriyor işi yazar. Ki bu da oldukça kışkırtıcı bir yargı… Her anlamda bugün bilimin ve felsefenin geldiği noktada hep beraber üzerinde düşünmemiz gereken sorular… Felsefeyi, belli ki yeniden içselleştirmek için, ciddi bir yüzleşmeden geçmemiz gerekiyor. “Madde ve Mana”ya kulak vermekte fayda var.
Felsefe filan çok güzel de bu "düşünüyorum öyleyse varım" derken karıştırmış biraz. Bu tür kitaplar daha anlaşılır yazılmalı.
Yeni yorum gönder