Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

En sevdiğiniz yazar, bir gün berbat bir kitap yazarsa...

Hiç unutmam yıllardan 1994. Günlerden, Orhan Pamuk'un Yeni Hayat'ının yayımlandığı ilk gün. Taksim'de iki kişiden birinin elinde Yeni Hayat var, diyorlar. Evet, mübalağa ediyorlar biraz ama kızılca kıyametin koptuğu doğru. Kopuyor çünkü Orhan Pamuk, edebiyat okurunun sularından çıkıp çoksatar yazar olma yoluna giriyor o gün iyiden iyiye. Okurlar, Pamuk çok sattığı için onun kitabını alıp bir kenara koyanlar, romana bayılanlar, burun kıvıranlar, "Ay okuyamadım ki" diyenler, eleştirmenler, edebiyat gazetecileri birbirlerine giriyorlar. Aslında ortada yazardan ve romandan bağımsız bir tartışma sürüyor. Piyasa işi ele almış, bugün artık her notasını ezbere bildiğimiz bir popüler kültür şarkısı besteliyor.

 

Ama benim içim edebi anlamda pek rahat. Çünkü Yeni Hayat, kanımca şahane bir romandır. Kimileri berbat olduğunu düşünse de Pamuk'un en iyi romanlarındandır. Varsın, popüler olsun, çok satsın, ne olacak. Pamuk, bu hikayedeki iyi örneğimiz. Peki ya öyle olmayanlar. Söz gelimi Elif Şafak'ı ilk üç kitabıyla edebiyat kategorisine sokup sonrasında onu edebiyat dışı kabul edenler vardır. Oysa ki Şafak çok okunmaya başladıktan sonra, onu çok okuyanların beğenilerine hitap etmeye, onlara göre yazmaya başlamamış mıydı? Sadece Şafak mı, bugün tam da şu anın içinden bir sürü yazar tutup getirebiliriz buraya, satış rakamlarına göre hareket eden, kitlesine göre yazmaya çalışan. İşin içinde sadece hırs ve çıkar hesabı var demiyorum, ama ona yönelen beğeniyi devam ettirme arzusu, içine yazarları da sıkça düşüren bir tuzak kuyusu.

 

İyi de bunları şimdi neden hatırlıyorum, neden hafızamın tozlarını üflüyorum sevgili okurlarımın yüzüne? İçiminin edebi anlamda hiç de rahat olmadığı bir kitap hatırlatıyor hepsini bana. Deliduman. Daha doğrusu, sağda solda çıkan eleştiri yazılarından, yani, aslında, burası iyi de şurası biraz kötü diye ufak ufak başlayan bir hoşnutsuz dalgadan etkileniyorum. Sesler pek gür çıkmıyor şimdilik, hem sevilen bir yazar gün gelir sevilmeyen bir kitap yazabilir pekala. Zaten çok beğenip göklere çıkarmakla, hiç beğenmeyip yerin dibine sokmak, piyasanın işidir. Edebiyat eleştirisi ise sadece değerlendirir. Behzat Ç. Polisiyeleri'nin dizi uyarlamasıyla yıldızı parlayan Emrah Serbes, popüler kültürle hemhal oldukça edebiyatta basamakları geri iniyor gibi görünüyor şimdilik. Bunu da bir yönüyle okurdan çok, hayranı olanlara borçlu kanımca. Ama dili ve hikaye etme biçimini elbette atlamamak gerekli.

 

James Wood, Kurmaca Nasıl İşler adlı çalışmasında, romancının üç dil ile çalıştığını söyler. Yazarın dili, karakterin dili ve dünyanın yani gündelik yaşamın dili. Çağdaş yazar bu üçlü durumun baskısını üzerinde hisseder, ve iyi romancı bu baskının hem altından kalkabilen hem de bu baskının sonuna kadar farkında olandır. Bizim edebiyatımızda gündelik hayatın dilini edebiyata devşirme yönelimi kısa sürede kendini tüketmeye başladı. Yazarın dili de, karakterin dili de, gündeliğin dili içinde boğuluyor git gide. Bu tükenmişlikten pek çok genç yazarın nasibini almaya başladığını, üç dil içinde dengenin bir türlü kurulamadığını görüyoruz. Gündelik hayatın dili, tıpkı hayran kitlesi gibi bir tuzağa dönüşüyor, ne kadar gündelik yazarsanız o kadar hayranınız oluyor. Edebiyatın geleceği ise bu doğru orantıyı bozan, dildeki dengeyi sezen yazarların kaleminde, başka yerde aramayın. 

 

 


 

 

* Görsel: Dünya Atay

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.