Türk öyküsünün kraliçesi Tomris Uyar bu hafta 70 yaşına bastı, kutlu olsun! Şairleri kendine aşık eden, ilhamla dolu olan, ilham veren, bir kadın olarak cinsel ve sanatsal özgürlüğünden vazgeçmeyen, pekala gündelik politikayla didişen, sonra da onun ötesine geçen, yerli yersiz kullanılan sözcüklere kızıp, kullanmaktan imtina eden Tomris Uyar… İpek ve Bakır, Yürekte Bukağı, Dizboyu Papatyalar, Yaz Düşleri Düş Kışları… bir yana, benim için Tomris Uyar, hep Gecegezen Kızlar. Çünkü uykuda uyanık, düşte gerçek, acıda mutluluk, dile yöneltilmiş en dişil alay Gecegezen Kızlar ve hep Tomris Uyar.
“Düşe kan yürüdü. Gecegezen Kızlar uzaklarda bir balkonda, kendini asmış bir adamın rüzgarda kımıldayan, usulca sallanan karaltısını seçti. Kilisede bir mezosoprano ses, bir ağıt söylüyordu.” Çünkü kan yürüyen düşlerde gezer ancak Gecegezen Kızlar, uyanıkken gezmeleri de görmeleri de mümkün değildir, ondandır gece gezmeleri ve ondandır bir tek düşlerinde uyanık kalmaları. Gündüz bir fabrika ve ayıklanacak fasulyelerden başka bir şey yokken hayatta, geceleri sonsuz bir bilinçdışı tarih içinde, bir tanrıça kılığında hatta, şehirde ve şehrin tarihinde dolaşabilirler. Tomris Uyar, pekala dilin de, düşlerin de sınırını zorlamaktadır Gecegezen Kızlar'da. Ciddi bir aidiyetsizlik göze çarpar burada, ne şehre, ne tarihe, ne de düşlere aittir "çifte kahraman"ı, görür, duyar, fark eder ancak dahil olmaz, sirayet etmez hiçbir şekilde.
Bu kitabında topladığı öykülerde, hem psikanalitik bir yürüyüştür çıktığı Tomris Uyar’ın, hem de gündelik ve aynı anda hiç de gündelik olmayan bir siyasettir didiştiği. “Kahverengi bir kentti bu düş. Kenti çepeçevre saran süt beyaz kristalden, yer yer akik mavisi, yer yer kan kırmızısı sızıyordu kahverengiye. Murano işi bu fanus, kenti soluksuz bırakmıştı. Rüzgarda çürük kokusu vardı. Gecegezen Kızlar, eski kentin, ayakları altında belverdiğini duydu. Lağım kokan su, durmaksızın yükseliyor, vinçler inip tepelere tırmanıyor, freskler yenileniyordu. Bütün eski kentler gibi, onarıldıkça batıyor, derinlere gömülüyordu kent. Kehribar, ipek, baharat, şap ve yoksul aşı kokuyordu. El değiştirmekten soysuzlaşan, havı dökülen meta, görkem, tecim, veba kokuyordu.”
Gecegezen Kızlar'da yer alan Sonsuza Dönüş öyküsünde de aynı aidiyetsizlik hissi hüküm sürmektedir, ancak araya, hikayenin kadın kahramanlarının kişisel zaafları ve hırsları ekseninde ortak oldukları ataerkil sistemin ikiyüzlülüğü sızmıştır. Osmanlı’nın son yıllarında, kölelikten azat edilen bir kadının kurtuluş günü kutlanmaktadır bir konakta. Ancak “kurtuluş günü” şüphesiz bir alegoridir ve yüzyıl sürecektir! Eski bir konakta, yüzyıl sürecek bir uykulu kutlama hali! Olan biteni bizlere her devirde yaşayan ve gözlem yapan bir vakanüvis aktarmaktadır. Yoksa nereden bilelim! “Önce ‘asla ve kat’a’yla –o zamanın deyişiyle- başlayan, sonra sindikçe, sindirildikçe ‘ille velakin’, ‘ve fakat’la yumuşayan, umulmadık sapmalar, dönekliklerle törpülendikçe ‘gelen gideni aratabilir’ düğümünde çöreklenen ama yine de ‘tarihin geriye döndürülemez çarkı’ gibisinden belirsiz bir umutla soluklanan bir konuşma biçimidir bu. Hem onurlu bir birey, hem saygıdeğer bir vatandaş olmak, at üstünde giderken sakız çiğnemek kadar zorlaşmıştır. Ver elini şizofreni!”
Doğu ile batı arasında kalmak, doğu ile batı arasında kalmışlıktan yeni bir şeyler çıkarmak, kadın ve erkek kimlikleri inşa etmek, özgürlük adı altında özgürlüğü oymak, entelektüel kimliklerin ardındaki şeytanla yüzleşmek ve uyumak, uyumak, uyumak… “Bayağılıklar, yoksulluklar, kırımlar her an gözümün önündeyken oyalayıcı bir şey yazmaktansa kopkoyu bir karamsarlığı yeğlerim.” demiş bir seferinde. Acımasızdı evet, acımazdı. On yıl oluyor ya gideli, o kopkoyu karamsarlığı bize kalıyor yadigar. Daha ne kalsın…
Elinize sağlık ama bir hatayı düzeltmek icap ediyor. Tomris Uyar bu sene 72. yaşına girmiş bulunuyor. 15 Mart 1941 doğumludur. Saygılar.
Yeni yorum gönder