Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Görünen köye doğru atılan işaret fişeği

Semih Gümüş
Can Yayınları

Şu gün edebiyat dünyamızda tartıştığımız birinci gündem konusu eleştiri, eleştirinin kitap tanıtım yazısına sıkışması, kitap tanıtım yazılarının eleştirinin ve edebiyatın içini boşaltma noktasına gelmesi, eleştirmen etiğinin sarsılması… Sorunu yeni gibi tartışıyoruz ama elbette kendini göstere göstere gelen bir sürecin –umarım- sonundayız aslında. Semih Gümüş’ün bundan tam yirmi yıl önce kaleme aldığı ve şimdilerde yeni bir baskısı yapılan “Roman Kitabı” adlı çalışması bunun, bu sürecin ne kadar gerilere gittiğinin belki de en sağlam kanıtı.

 

“Kötü eleştiri iyi romanı kovamaz ama kötü roman iyi eleştiriyi pekala kovabilir! Ya kötü eleştiri iyi eleştiriyi?” diye sormuş Semih Gümüş bundan tam yirmi yıl önce ve yanıtlamış: “Eleştirel düşünceyi ucuzlatan kolaycı eleştiri, kendisi yazınsal bir değer üretemediği gibi, yazınsal değeri kuşkulu romanları öne çıkarmak için epeyce uğraşıyor. Birbirini kollamanın kendine açtığı sayfalarda, edebiyatın içine sızmanın yollarını bulmakta güçlük de çekmiyor(…) Kötü eleştirinin egemenliğini sürgit beslediği, yaşam alanına dönüştürdüğü için, “kitap tanıtma” yazısı da güvenilirliğini yitirmiş oldu. Eleştirinin coğrafyası içinde kendince bir yer tutmuş olan kötü eleştiri, iyi eleştiriyi bu coğrafyanın kıyısına köşesine itmeye çalışıyorsa da, kendi bildiğiyle kendini sınırlayan çabaları aşamıyor.”

 

Gümüş, yirmi yıl önce bugünü anlatmış, anlatmış ya geldiğimiz nokta malum. Her anlamda dipteyiz, sondayız… Büyük bir değişim sürecinin içinden geçiyoruz, eleştiri sarsıntıda, edebiyat dergileri sarsıntıda, e-kitap dolayısıyla yayımcılar, dağıtımcılar sarsıntıda. Sistem değişiyor hanımlar, beyler. Koltuklarına yapışanlar, kısa bir süre içinde yapıştıkları şeyin artık sadece koltuk olduğunu görecekler. Yazarların ve çevirmenlerin daha çok kazandığı, okura daha kolay ulaşabilecekleri, editörlük mesleğinin anlamının olduğu, içinin doldurulduğu, kitap tanıtımlarının ikiyüzlülüklerinin sona ereceği, gerçek eleştirinin niteliğinin tartışılacağı bir ortama hazır olanlar, koltuğa, koltuklara gerek olmadığını da anlayacaklar. İddia değil, tehdit değil, kehanet hiç değil benimkisi. Olsa olsa görünen köye doğru atılan bir işaret fişeği...


Dil, dönüştürür…

 

Bütün bunlardan eminim, çünkü her şeyden önce dile ve dilin dönüştürücü gücüne inanıyorum. Yazınsal gücün an gelip yazarını olanakları dışında zorlayabildiğini, eleştirinin ise Gümüş’ün de dediği gibi nesnesiyle, yani ele aldığı eserin yaratıcı gerçekliğiyle bütünleşebildiğini, biliyorum. İyi eleştirinin kötü eleştiriyi kovacak gücü kendi içinde bulacağını, biliyorum. 

 

İki haftadır edebiyat ortamımız üzerine bunca serzeniş sanırım, yeter.  Haftaya Gümüş’ün çözümleyici eleştirisi ile Nurdan Gürbilek’in son çalışması “Benden Önce Bir Başka”sında yer alan edebi incelemeler üzerine konuşmak umuduyla… 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.